İlginç bir dönemin tam başındayız. Dünyanın bir bölümü “bundan sonra gelecek olan için rekabet”e girmiş durumda. Türkiye’nin bir an önce ataletten kurtulmaya, yenilenmeye ihtiyacı var. Doğrusu ya, 12.Plan çalışmaları son derece zamanlı, bugünlerde memleketin birikimini bir araya toplayıp küresel ölçekte “bundan sonra gelecek olanı tahayyül etmek” çok önemli.
Bunu yaparken hadisenin Yeşil Yeni Mutabakatla birlikte ekonomik olanın ötesinde olduğunun farkında olmak önemli. Daha kapsamlı bir bakış açısına ihtiyaç var, konu ekonomik güvenliğe, stratejik önceliklere bağlandığında. 12.Plan ihtisas komisyonlarına bakarken hadisenin bu yönünü de ihmal etmemek gerektiğini düşünüyorum ben doğrusu. Özellikle bu dönemde.
Bu noktada hem kapsamlı bir bakış açısına dayanak olacak önermelere hem de o kapsamlı bakış açısının dayandığı önermeleri belli bölgelere uyarlamaya ihtiyaç var sanırım. Tedarik zincirlerinin kısaldığı bu çağda önce etrafımıza daha yakından bakıp, bölgesel güvenlik öncelikleri ile ekonomik öncelikleri bir araya getirmekte fayda var sanki. Bu bir ilk deneme olsun.
Dün yaptığımız hataları da unutmayalım sanayi politikası konusunda. Malum dün yediğiniz hurmalar bugün bir yerinizi tırmalar. Mikroelektronikte bu kadar erken yola çıkıp bu kadar başarısız olan başka ülke var mı acaba? Bakın bu kez nasıl yapmamamız gerektiği konusunda Türk elektronik sektöründeki gerileme kulaklarımıza ilk küpe olsun bu hafta. Anlatmaya başlayayım. Daha sektör sektör anlatacağım.
İthalatı nereden yaptığınız ihracat pazarlarınızı belirleyecek
Böyle bir dönemin başında öncelikle değişeni, bundan böyle ilk olarak nereye bakmak gerektiğini fark etmek lazım. Mesela bugüne kadar, TEPAV’da, hep ihracat pazarlarımıza odaklandık. Türkiye’nin rekabet gücüne oradan baktık. Ama doğrusu ya, ithalatı nereden yaptığımıza, ithalat pazarlarımıza pek odaklanmadık. O tarafı bir tür veri olarak kabul ettik. Nasıl olsa olur dedik. Hâlbuki bugün neyi nereden nasıl ithal ettiğinizin ihracat pazarlarınızı da belirleyeceği bir dönemin başındayız. Çip alamayanın başı belaya giriyor. Çin örneği ortada.
Bu bahiste, aklımda üç husus var doğrusu. Birincisi, tedarik zincirlerinin kısalması kadar güvenliği de önemli. Türkiye başka ülkelerin değer zincirlerinde bir yer edinmesinin, yabancı yatırım çekmesinin, hukukun üstünlüğü dahil pek çok faktörün yanısıra, kendi tedarik zincirinin güvenliği ile de yakından alakalı olduğuna bundan böyle daha fazla dikkat etmek durumunda.
İkincisi, aynı zamanda, bundan böyle sanayi üretiminde nereye sıçrayacağınız, ithalat güvenliği ile yakından alakalı. Nedir? Sanayi politikası bundan böyle tedarik zinciri tasarımına bağlı, bakın şimdiden söylemiş olayım. 12.Plan işinde önemli. Yeşil dönüşümde ne yapabileceğiniz ithalat güvenliğine bağlı bir nevi.
Üçüncüsü ise tedariki hangi ülkeden yaptığınız, “Soğuk Savaş Sonrası” dönemin bitişi ile birlikte başlayan yeni küresel rekabet ortamında şimdilik önem taşıyor. Rusya’yı her alanda bir an önce çeşitlendirmek Türkiye için önemli görünüyor. Türkiye’nin enerjide Rusya’ya bağımlılığı azaltmak adına yöneldiği nükleer işinde neden Rusya’yı tercih ettiğine ise şimdilik akıl sır ermiyor doğrusu. Putin’in bu işi nasıl becerdiği şimdilik bilinmiyor. Pek yakında öğreniriz.
Bakın önümüzdeki dönemde Türkiye’nin stratejik önceliklerini belirlerken bu tedarik zinciri tasarımı meselesini dikkate almakta fayda var. Bugünlerde @ReDisInnovation ile tepav’ın Yeşil Mutabakatın olası sektörel etkilerine ilişkin çalışmalarına bakarken aklımda hep bu mesele var. Nasıl? Yeşil ve dijital dönüşümün olası etkilerine sektör sektör bakarken insan asıl değişecek olanın ihracat pazarlarımız değil, ithalat pazarlarımız olduğunu görebiliyor aslında. Dünya demire dayalı bir uygarlıktan bilgisayar çipine dayalı bir uygarlığa dönüşürken, Türkiye’nin de ithalat gerekleri değişecek. İthalat yaptığımız ülkeler değişime uğrayacak. Mesele 12.Plan ise, bu değişimi nasıl yöneteceğimizi tahayyül etmeye başlamanın tam zamanı bana sorarsanız.
Yalnızca bu kadar mı? Değil. Yine bugüne kadar ciddi bir biçimde ele almadığımız “döngüsel ekonomi” hadisesini, kent madenciliği (urban mining) konusunu artık gündeme almanın zamanı geldi. Kent madenciliğini sanayinin tedarik zincirinde nasıl önemli kılabiliriz, nasıl bir tedarik mekanizmasına dönüştürebiliriz konusu artık önemli. Dün öylesine konuşuyorduk, bugün ihtiyaç ortada. Çöp karıştırmak dün yoksullukla alakalıydı artık istihdam yaratan kocaman bir sanayi. Batılı müttefiklerimiz döngüsel ekonomi ile ilgili bakanlık sahibi, biz hala yirminci yüzyılın bakanlıkları ile işi idare etmeye çalışıyoruz. İşte onun için gitmiyor. Alın size 12.Plan için bir başka konu daha içinde bulunduğumuz süreçte.
Halimiz aynen o eski Sovyet fıkrasındaki gibi, ben size söyleyeyim. Devrimin hemen sonrası. Tren bir gün yolda giderken birden durmuş. Makinist Lenin alet kutusunu almış, lokomotifteki arızayı gidermiş. Tren tekrar yola çıkmış.
Sonra bir gün tren dik bir yokuşu çıkarken durmuş, kalmış. Lokomotif çalışıyor ama hareket yok. Ne yapsan kar etmiyor. Makinist Stalin hemen “perdeleri kapayın” demiş, “aramızda emperyalizmin ajanı hainler var, onları öldürüp aşağı atın yola devam edelim.” Hafifleyen tren tekrar harekete geçmiş.
Sonra derken tren bir gün düz yolda ovanın ortasında durmuş kalmış. Makinist Brejnev bakmış ne yapsan, lokomotif treni çekemiyor. “Perdeleri kapatın” demiş, “şimdi herkes yerine otursun ve olduğu yerde sallanmaya başlasın, gidiyormuş gibi yapalım.” İşte Türkiye’nin bugünlerdeki hali tam da böyle bana sorarsanız, bütün idare, baştan aşağı, olduğu yerde sallanarak, durumu idare ediyor, hep birlikte gidiyormuşuz gibi yapıyoruz.
Türkiye Avrupa’nın jeostratejik öncelikleri için önemli
Değişeni görmek lazım esasen. İhracatımızın yine yüzde 60'ı G7 ülkelerine doğru olabilir ama artık daha az kömür, daha az demir, daha çok lityum, daha çok kobalt ithal edeceğiz herhalde. Bu nedir? Türkiye etrafına bakarken artık yeni doğal kaynaklara doğru nasıl yöneleceğini de düşünmeye başlamak durumunda. (Başlangıçtaki haritayı ayrıca anlatacağım. Şimdilik aklınızda tutun.) Ayrıca daha çok çip gerekecek tabii ki. Türkiye kendi ihtiyacını Avrupa’nın tedarik güvenliğinin parçasına dönüştürebilme kabiliyetine sahip esas olarak. Enerji israfını bir kenara bırakıp, doğru yere odaklanırsa elbette.
Bunun nasıl bir stratejik dönüşüm olduğunu görebiliyor musunuz? Türkiye’nin arsa değerinin yeni bir mana kazandığı bir süreç bu aslında. Yeni dönemde Avrupa tedarik zincirinin ayrılmaz parçası olabilmek için niteliksel bir dönüşüm geçirmesi gerekiyor Türkiye’nin. Bir büyük yapısal reform adımına ihtiyaç var.
Avrupa Birliği ile ortak gelecek tahayyülü alanı süratle genişliyor bana sorarsanız. Eski sorular, eski değer tartışmaları yerini yeni bir imkanlar alanına bırakıyor Rusya-Ukrayna savaşından beri. Avrupalı dostlarımızın Türkiye’ye bakışını zehirleyen pek çok husus kolay çözülebilecek meseleler haline gelip ikinci plana düşüyor.
Avrupa Ham Madde Haftası’nı (European Raw Materials Week) bu yıl sanki daha bir özenle takip etmek gerekecek bana sorarsanız. Bugüne kadar dikkate almadığımız tedarik zinciri güvenliği meselesi herhalde 14–18 Kasım arasında yedincisi yapılacak olan ham madde haftasında ele alınacak. Şuraya koyayım duyurusunu👇
Geleceğin petrolü veri (data) değil, veriyi işleme kapasitesi olacak
Geçen aydan aklımda kalanlardan biri de 7 Ekim’de Amerika’nın Çin’e çip ihracatına sınırlama getirilmesinin hatırlanması gerektiği. Sınırlamanın her tür bilgisayar çipini değil ileri yarı iletkenler’i (advanced semiconductors) kapsadığının altını çizmek gerekiyor sanırım. Aslında bu işin işaret fişeği, Amerikalıların Huawei’in geliştirilmiş çiplere erişimini 2020'de zorlaştırmasıydı. Huawei’in küresel büyümesi ondan sonra yavaşladı. Çin’in yarı-iletken ithalat faturasının ülkenin petrol faturasını aşması da sanırım bu çerçevede önemli malumat içeriyor. Neyin eksik olduğunu gösteriyor. Çin’in Malacca değil, bildiğiniz çip problemi var. Doğrusu bu konuda güzel bir çerçeve için şuna bakılabilir
Amerikalıların Tayvan konusundaki hassasiyetinin kaynağı da aynı. Dünyanın en ileri çipleri Konya kadar olan Tayvan adasında TSMC’nin (Taiwan Semiconductor Mabufacturing Company) “Fab 18” tesisinde üretiliyor. Hani Çin’e yasak olan yarı iletkenler en iyi orada yapılıyor işte. Tasarımı bir yerde, üretimi bir başka yerde, o minyatürleşmeye ve bir çipin daha çok malumatı değerlendirebilmesine imkân veren makineler bir başka yerde. Aslında tek yerde üretilmiyor, zincir dağınık ama bir günden ötekine zinciri yeniden kurabilmek zor.
Bilenler bu tür sınırlamaların yakında kuantum hesaplama teknolojisi, biyoteknoloji ve yapay zeka uygulamalarına doğru genişleyeceğinin altını çiziyor. Bu nedir? Tedarik zincirinin kaynağının neresi olduğu, ihracat pazarlarınızı da belirleyecek derken aklımda doğrusu bu da var.
Türkiye elektronikte nasıl geriledi?
Türkiye doğru yerde olsa, kazanacağı geniş bir imkanlar seti var ama ben Ankara’da o feraseti göremiyorum şimdilik doğrusu. Peki, bu eksiklik giderilmezse ne olur? Bundan önce olan olur bana sorarsanız. Bundan yaklaşık 15 yıl önce biz TEPAV’da daha çok sanayi politikası öncelikleri tartışırdık. Tartışma konularından biri yine aynı böyle Türkiye’nin değişenin farkında olmaması meselesiydi.
Şimdi isterseniz bu gözle aşağıdaki grafiklere bir bakın. Bir numaralı grafik Türkiye’nin elektronik sanayindeki rekabet gücünün yıllar itibariyle nasıl gerilediğini gösteriyor. Nedir? Dünyanın diğer ülkelerinin elektronik sanayii ihracatı ile kıyaslandığında Türkiye rekabet gücünü kaybediyor, geriliyor. Hâlbuki bundan yaklaşık 15 yıl önce tüplü televizyon çağında Avrupa’da satılan her iki televizyondan biri Türk malıydı. Avrupa Birliği ile yaptığımız Gümrük Birliği düzenlemesi de Türk mallarını Çin rekabetine karşı koruyordu. Biz bu sayede kazanç elde ediyorduk. Sonra ne oldu? Televizyon teknolojisi değişti. Tüplü televizyon bitti. Panel/plazma televizyon geldi.
Türkiye gereken yatırımı yapmadı. Şirketlerimiz Ankara’dan destek istemeye gittiklerinde destek yerine nasihat aldılar. Sonuçta ne oldu? Türkiye elektronik sektöründe gereken dönüşümü gerçekleştiremedi. Türkiye’nin elektronik alanında uluslararası rekabet gücü geriledi. Neden? Ankara değişenin farkında değildi. Ne yapması gerektiğine ilişkin bir stratejisi de yoktu. Sonra olan oldu.
Aynı çip üretimi konuşunda atılan ve arkası gelmeyen bir sürü adım gibi oldu bana sorarsanız. TOBB ETÜ’den Prof.Dr. Oğuz Ergin kamu eliyle yapmaya çalışıp çalışıp beceremediği açılımları pek güzel anlatıyor kendi Youtube kanalında. Şurada
https://www.youtube.com/channel/UC6gOfE_zB5Ya7QZkCZEpMLg
Kamu şirketleri vasıtasıyla teknoloji transferinin niye olamayacağı konusunda son derece güzel örneklerle dolu Türkiye aslında. Neyse ki bu kez elektrikli vasıtaya dayalı mobilite çözümleri seçeneğini kamu şirketi vasıtasıyla denemiyoruz.
İki numaralı grafik ise çok sayıda şirketin olduğu tekstil sektöründe Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünü nasıl artırmakta olduğunu görmek mümkün. İlk tespit herhalde şu olmalı: Tekstil artık öldü diyenlerin ne kadar yanıldığını tekstil sektörünün artan uluslararası rekabet gücü yeterince gösteriyor.
Ama burada dikkate alınması gereken bir nokta da var sanırım. Tekstil daha çok sayıda ülkenin daha kolay devreye girebildiği, daha çok sayıda ülkenin kendi aralarında rekabet edebildiği, gereken becerilere sahip olduğu bir sektör. Dolayısıyla orada daha öne çıkmak için bu yeni dönüşüm döneminde ne yapmak gerektiğine daha dikkatle bakmak lazım.
İkinci tespit şu olsun ama: Ne kadar az sayıda ülke ilgili becerilere sahipse, o kadar daha çabuk zenginleşebilmek mümkün esasen.
Hazır 12.Plan dönemine girerken, bu fırsatı değişeni tespit için, yeşil ve dijital dönüşümün sektörel yol haritasını belirlemek için kullanmak gerekir diye düşünüyorum ben doğrusu. İşte o vakit, yeşil yeni mutabakatın nasıl kapsamlı bir stratejik bakış gerektirdiğini kavrayabiliriz belki. Ekonomik güvenlik tartışmasını da bu yolla gündeme almış oluruz belki.
Ekonomik güvenlik meselesinde ilk nokta kritik malzemeyi temin eden tedarik zincirlerinin güvenliğinin sağlanmasıydı. Burada öncelik yarı iletken, çip, teminine yönelik zincirlerin güvenliğindeydi.
İkinci olarak ise temel altyapının güvenliğinin sağlanması, özellikle siber saldırılara karşı uyanık olunması önemliydi. Üçüncüsü kamunun özel sektörle birlikte teknolojik rekabette önemli alanlarda ortak projeler yürütmesiydi. TOGG iyi bir başlangıç ama yetmez.
Dördüncüsü ise teknolojik üstünlüğü korumak için seçilmiş bazı teknoloji alanlarındaki patentlerin korunma altına alınmasıydı.
Türkiye’nin 12.Plan için ekonomik güvenlik dahil kapsamlı bir yeşil mutabakat stratejisine ihtiyacı var. Önce stratejiye sonra da onu uygulayacak idari kapasiteye ihtiyacımız var. Acil. Yoksa elektronikte olan ortada, nal toplarız.
Bu köşe yazısı 07.11.2022 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.
Originally published at https://www.tepav.org.tr.