Karbon fiyatlaması için sistem tasarlamanın vakti geldi, geçiyor
Güven Sak
Yanı başımızda iklim değişikliği gündemi ile uyumlu bir yeni ticaret bölgesi şekilleniyor. G7'nin Cornwall Zirvesi, iklim değişikliği gündeminde konuşmaktan yapmaya geçilmekte olduğunu bir kez daha teyit etti. Toplam ihracatımızın yüzde 60'ı G7 ülkelerine gidiyor. Türkiye’nin bu değişimin dışında kalması mümkün mü? Hayır.
Geçişin nasıl olacağına dair ilk taslak metinler Avrupa Birliği (AB) kaynaklarından sızmaya başladı. Bütün alametler belirdi. Bu hafta, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) web sitesine karbon fiyatlamasını tartışan metinler konulmaya başlandı. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de karbon fiyatlaması için bir sistem tasarlamanın vakti geldi. Gelin bakın, neden?
Ulusal karbon fiyatlaması sisteminiz yoksa, AB’ye karbon vergisi ödeyeceksiniz
AB’nin sınırda karbon vergisi düzenlemesi ile ilgili ilk ayrıntılar ortaya çıkmaya başladı. Öncelikle ortada bir geçiş süreci olmayacak gibi görünüyor. Uygulama 2023 yılı ile birlikte başlayacak.
İkinci olarak, başlangıç aşamasında çimento, demir-çelik, alüminyum gibi belli ürünler için, belli bir emisyon tutarı üzerinden, ton başına maktu bir karbon vergisi uygulamaya konulacak gibi duruyor. Değer zinciri boyunca, karbon emisyonlarını inceleyip, uygulamayı geliştirecek kurum oluşturuluncaya kadar, uygulama bu “olsa olsa” metodu ile başlatılacak. Ne diyeyim, bu kurum teşkil edilirken, Türkiye’nin tartışmanın tam içinde olmasında fayda var.
Üçüncüsü ise, eğer ürünün geldiği ülkede bir karbon fiyatlaması düzenlemesi varsa, bu sistem çerçevesinde edinilen sertifikalar sınırda hesaplanan vergiden mahsup edilebilecek. Aynı biçimde ilgili ülkede karbon vergisi uygulaması varsa, bu vergiler de sınırda tespit edilen vergiden indirilebilecek. İyi.
Peki, bu ne demek? Ülkenizde karbon emisyonlarını sınırlandırmak için, karbon vergileri ya da karbon fiyatlaması sistemi ile emisyon sertifikası edinme fırsatınız yoksa, doğrudan AB’ye vergi ödeyeceksiniz. Ülkenizde bir tür karbon vergisi varsa, vergiyi ülkenizin maliyesi toplayacak. Ülkenizde bir karbon fiyatlaması sistemi varsa, ilgili tutarı, çevreyi daha az kirleten şirketleriniz almış olacak, bir nevi.
Böyle bakarsanız, çözüm ortada. AB ile ve G7 ülkeleri ile yoğun ticaret bağlantılarına sahip bir ülke iseniz, ülkenizde bir karbon fiyatlaması sistemi ya da karbon vergisi düzenlemesi olmasında fayda var. Doğrusu ya, ben bu sızan taslak metni okuduktan sonra aklımda kalan tek şey bu oldu. Türkiye için karar anı geldi, bir nevi. Ya karbon fiyatlaması için şirketlerimize uygun bir sistem tasarlayacağız ya da AB’yle ticaret yapanlar AB ülkelerine karbon vergisi ödeyecekler.
Görmeyen gözler ve işitmeyen kulaklar için, yukarıdaki paragrafta kullandığım, “AB ile ve G7 ülkeleri ile yoğun ticaret bağlantılarına sahip bir ülke iseniz” ifadesini de manalandırmak, daha bir somutlaştırmak isterim doğrusu.
T20 bünyesinde yürütülen çalışmalarda, her bir ton karbon emisyonu için düşünülen karbon vergisi tutarı 2020 için 40 ilâ 80 dolar arasındaydı. 2030 için düşünülen tutar ise 50 ilâ 100 dolar arasındaydı. Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz ve Nicholas Stern çalışmalara liderlik yapmışlardı. Ne amaçla? Paris anlaşması hedeflerine ulaşabilmek için elbette.
Bu çerçevede, Erinç Yeldan ve arkadaşlarının TÜSİAD için hazırladığı rapora göre, her bir ton karbon emisyonu için 50 dolarlık bir vergi tutarı olsa, AB’ye aktarmamız gereken vergi tutarı yaklaşık 2 milyar Euro civarında oluyordu. Tutar ton başına 100 dolara doğru yükselirse, ki yükselecek zaman içinde, haliyle ödenmesi gereken vergi tutarı da artmış olacak.
Ne demek? Eğer Türkiye bir an önce karbon fiyatlaması ile ilgili milli bir sistem tasarımına başlamazsa, her yıl 2 milyar euro’luk bir tutarı doğrudan AB ülkelerinin hazinelerine aktaracak. Ne zamandan itibaren? Öyle görünüyor ki, 2023 yılından itibaren başlayacağız ve bu yalnızca başlangıç olacak.
Karbon fiyatlaması sistemi, şirketlerimiz için ek bir vergi midir?
Peki, buradan aklımıza takılması gereken ilk konu nedir? Karbon fiyatlaması şirketlerimiz için ille de bir ek maliyet unsuru mudur? Hayır. Karbon fiyatlaması sisteminde, kamu, karbon emisyonlarına dayalı bir üst limite göre, şirketleri iki gruba ayırmaktadır.
Ortalamanın altında karbon emisyonuna sebep olan firmalar, ortalamanın üstünde karbon emisyonuna yol açan firmalara, karbon emisyon sertifikası satmaktadır. Böylece ton başına karbon emisyonu için bir fiyat belirlenmektedir.
Burada kamu, “izin verilebilir” karbon emisyonu tutarını belirleyerek, ortalamanın üzerinde karbon salımı için bir fiyat belirlenmesine imkan tanımaktadır. Böylece normun karbon emisyonuna yol açmamak olduğu yeni bir aşamaya geçilmekte, daha çok emisyona yol açan bedelini ödemektedir. Kime? Daha az karbon emisyonuna yol açan firmaya elbette. Bu amaçla, yatırım yapmanın orta vadede kârlı olduğunu bilenlerin kazançlı çıkabileceği bir ortam aslında.
Devletin, bunun yerine karbon vergisi vasıtasıyla, başlangıçta bir fiyat belirleyerek karbon emisyonu tutarını kontrol etmeye çalışması da düşünülebilir. Bu durumda, kaynağı kamu toplamakta ve bu tutarla altyapı yatırımlarını finanse edebilmektedir. Virüs sonrası toparlanma nasıl finanse edilecek diye düşünenler için seçenekler var gördüğünüz gibi.
Ancak her iki durumda da, tüm şirketlerin ille de karbon salımları için ek bir maliyete katlanması söz konusu değil. Ama etrafı kirletenin, kirletme bedeli ödemesi esastır. Bu ilk nokta.
Peki bu durum, gelişmekte olan bir ülkenin refah arayışını olumsuz mu etkiler? Hayır. Yeni teknolojik devrim ile birlikte gördüğümüz ve beklediğimiz, şirketlerin üretim sürecindeki aşamaların sayısının azalması yoluyla, operasyonlarının giderek yalınlaşması ve karbon emisyonları ile büyüme ve istihdam arasındaki sıkı pozitif bağlantının ortadan kalkmasıdır. Yeni teknolojiler, iş sürecini yeniden düzenleyerek hem emisyonları azaltabilmekte hem de verimliliği artırmaktadır.
Bu yeni dönemde, bir an önce bir tür karbon fiyatlaması sistemi tasarımıyla ülkesinde teknolojik değişimi tetiklemeyen ülkeler, uluslararası rekabet gücü kaybına uğrayacaklardır. Neden? Bir tür karbon fiyatlaması sistemi ile şirketlerine doğru müşevvikleri veren ülkeler, teknolojik değişimde öncü olacak, diğerlerini geride bırakacaklardır. Türkiye için karar anı işte tam da buradadır, bana sorarsanız. Peki, ülkeler arası teknoloji yarışı nasıl olacak? Ortalama karbon emisyon limitini 2050'ye giden bir plan dahilinde aşağıya çekerek elbette. Bu da ikinci noktadır.
Peki, bu ortamda, şirketler kesiminin yeni teknolojilere doğru kayması için ek destekler verilmesi mümkün olacak mıdır? Evet. Bugünlerde batımızda şekillenmekte olan yeni ticaret bölgesine bu açıdan dikkatle bakmakta fayda var. Türkiye’nin mevcut teşvik sistemini, yeşil-dijital dönüşüm ekseninde hızla gözden geçirmesi gerekecek. Yapabilir miyiz? Evet. Yapıyor muyuz? Hayır.
Böyle bakarsanız, karbon fiyatlaması sisteminin (ETS) sanayi teşvik sistemi içindeki ağırlıklı rolünü ne kadar ifade etsem az aslında. Sanayi bakanlığı ETS içindeki başat rolünün ne kadar farkında acaba? Yaman meraklanıyorum.
Peki, IMF’nin iklim değişikliği ve küresel karbon fiyatlaması ile ne alakası var?
Burada IMF’nin iklim değişikliği ile alakası konusuna değinmeden olmaz. Öncelikle, IMF bundan sonra ülkeler için hazırladığı raporlarda ve finansal risk değerlendirmesinde, iklim değişikliği politikaları ve iklim kaynaklı finansal riskleri de dikkate alacağını açıkladı. Bu durum, aynı, portföyünde karbon emisyonlarını artıran projeler olan bankaların daha riskli olarak kabul edilmesi gibi bir durum esasen. Hatırlayın en son Mayıs 2021 Finansal İstikrar raporunda merkez bankamız da ilgili iklim kaynaklı risklere ilk kez dikkat çekmişti. G20 bünyesindeki sürekli IMF gözetiminin ben çok yararlı bir enstrüman olduğunu düşünüyorum doğrusu.
Karbon emisyonlarına katkı verenler yüksek maliyete katlanacaklar, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik tedbir alanlar ise düşük riske ve düşük faiz maliyetine tabi olacaklar. Bankalarımız nasıl sendikasyonlarını yeniledikçe, kömür yakan termik santral projelerini artık desteklemeyeceğiz diye açıklama yapıyorlarsa, ülkeler de aynısını yapacaklar. Geç kalanlar, yalnızca çok cesur yöneticilere sahip olduklarını kanıtlanmış olacaklar. Başları hızla belaya girecek.
IMF’nin tavrını, sınırda karbon eşitleme vergisi yerine küresel bir karbon fiyatlaması sistemi tasarımı tercihi olarak okumak mümkün. Uluslararası şirketlerin küresel operasyonları için ülkeler arasında vergi koordinasyonunun önemi gibi, küresel karbon fiyatlaması sistemi tasarımı konusunda da ortak bir tavır belirlenmesi, asgari bir karbon vergisi konusunda anlaşma sağlanması elbette daha etkili olacak dönüşüm süreci için diye bakmakta fayda var. IMF’nin G20 ülkelerinin ekonomi politikalarının koordinasyonu ve tasarımında merkezi önemi dikkate alındığında, bu karbon fiyatlaması sistemi tercihini dikkate almakta fayda var. Neden? Küresel emisyonların yüzde 85'i G20 ülkelerinden.
Bundan önce hiçbir tahmininiz tutmadı, unutmayın
Şimdi bu tartışmalar nasıl, bakmak gerekir. Ben, yeşil mutabakat ve yeşil dönüşüm ile dijital dönüşümden oluşan ikiz dönüşüm süreci konusunda, bundan önce devletimizin ortaya attığı bütün tahminlerin yanlış çıktığını hatırlatayım öncelikle.
Bu konuda Ticaret Bakanlığı bünyesinde ilk koordinasyon denemesine başladığımızda “Zaten bu yapılan iş Dünya Ticaret Örgütü kurallarına aykırı, yürümez” ve “Bu yapılan iş Gümrük Birliği’ne aykırı, işlemez” demiştik, kocaman kocaman. Ne oldu? Tutmadı. COVID-19 ile yeşil mutabakat, Atlantik’in iki yakasına genişleyiverdi. G7 projesi olmasına ramak kaldı.
Şimdi “Durun bakalım, Haziran’da ortaya ne çıkaracaklar?” ile “Hem zaten kendi aralarında anlaşmaları kolay değil, bekleyelim” diyoruz. Fakat sızan doküman, biz burada her “tembel öğrenci” gibi sınavın ertelenmesini beklerken, sınav tarihinin, karar anının hızla yaklaştığını haber veriyor.
Hakikati bir an önce kabul etmek, vakıa ile kavgayı bırakmak gerekir. AB tarafından sızan bilgiler, Türkiye’nin bir an önce milli bir karbon fiyatlaması sistemi ve yeni bir teşvik sistemi üzerine düşünmeye başlaması gerektiğine işaret ediyor. Şimdiden söyleyeyim.
AB eğer bu hafta, Gümrük Birliği Modernizasyonu konusunda karşılıklı konuşmaya başlamamız için bir kapı açarsa, 2021 yılının müjdesi olur doğrusu. Hiç değilse, Atlantik’in iki yanında şekillenmekte olan yeni bölgesel ticaret anlaşmasına bir an önce sistemli bir biçimde dahil olmak için hangi konuları konuşmamız gerektiğini ilk elden öğrenmiş oluruz.
Yalnız bu kez üyelik müzakereleri sürecinde yaptığımız hatayı yapmamakta fayda var: Müzakere süreci tüm paydaşların, sivil toplum örgütlerinin katılımına açık olmalı. hep birlikte mesafe almalıyız. Geçen sefer, devlet, milletin müzakereleri yakında takip edip, müdahil olmasını nedense hiç istememişti. Bu kez öyle olmamalı. Hiç kimsenin geride kalmadığından emin olmalıyız.
Türkiye’nin bir an önce olması gereken yere karar verip, “doğru” tarafta, işe odaklanmasında fayda var. Dalgaları başka türlü göğüsleyemeyiz. Bundan önce, çökmekte olan Batı uygarlığı hakkındaki tahminlerin pek isabetli çıkmadığını şimdiden hatırlatayım. Unutmayın.
Bu köşe yazısı 21.06.2021 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.
Originally published at https://www.tepav.org.tr.