Güven Sak
Geçenlerde bir yerlerde konuşurken, yabancı dinleyicilerden biri, “Eğitim neden Türkiye’nin en önemli meseleleri listesinde bu kadar geride yer alıyor?” diye sordu. Hakikaten öyle. Eğitim, Metropoll’ün “Türkiye’nin en önemli sorunları” listesine ancak dördüncü sıradan filan girebiliyor, benim gördüğüm. O da geçim derdini içeren ekonomi ile işsizlik başlıklarını birleştirirseniz. Yoksa eğitim ancak beşinci sırada. Neden?
Aslında dert her yerde aynı. COVID-19 küresel salgını, her yerde hayatı etkiliyor. Her yerde büyüme, geçinme ve istihdama ilişkin problemler var doğrusu. Ama doğrusu ya, ben Türkiye’de herhalde hadisenin yönetilişinden kaynaklanan çok ciddi bir problem görüyorum. Türkiye’nin gündemi, çözüme değil, soruna odaklanarak başka ülkelerden ayrışıyor bugünlerde. Yönetim hatası dediğim bu esasen. Biraz anlatmak isterim doğrusu.
Türkiye’nin en önemli meselesi geçim derdi yalnızca
Önce @metropoll anketlerinden başlayayım. Türkiye’nin nabzı çalışması her ay yayımlanıyor. En son Nisan 2021 sayısı yayımlandı. Türkiye’nin en önemli sorunu hep soruluyor. Bir numara yüzde 61,5 ile Ekonom ve İşsizlik/istihdam diyenlerden oluşuyor. İki numara yüzde 10,8 ile Korona virüs salgını. Üçüncü sırada yüzde 6,2 ile hükümetin başarısız politikaları var. Dördüncü sıra yüzde 3,8 ile eğitim. Sonra adalet var yüzde 3,6 ile. Demokrasi eksikliği yüzde 1,6 ile daha aşağılarda.
Nisan ayında dikkat, çeken değişiklik ilk kez işsizlik/istihdam diyenlerin neredeyse iki kat artmış olması esasen. Halbuki Mart 2020'de hadise daha çok Koronavirüs salgınıydı. Bir numaralı problem oydu. Daha sonra koronavirüs yerini geçim derdine bıraktı, şimdi artık kendisini işsizlik olarak ortaya koyacak gibi duruyor.
Bu nedir? Amerikan hükümeti Amerikan milli gelirinin yüzde 27'si tutarında bütçe desteğini, salgın nedeniyle işini aşını kaybedenlere aktarırken, Türkiye’nin bu tür desteklerinin toplam tutarının yüzde 1,5'i bie bulmamasının eseridir, bana sorarsanız.
Türkiye, çözüm yerine soruna odaklı kaldı. Halbuki başka yerlerde polika önerileri gündeme geldi, onlar tartışıldı, biz daha oraya gelemedik.
Siz hiç Dijital Pusulayı duydunuz mu?
Avrupa Birliği bir süre önce dijital dönüşüm için bir yol haritası belirledi: Adı da Dijital Pusula (digital compass). Aslında çerçeve son derece basit. Çalışanların, şirketlerin, devletin ve altyapının dijital dönüşüm sürecine intibakı hedefleniyor. COVID-19 küresel salgını ile birlikte verimlilik artışları için her alanda dijital dönüşüm hızlanmakla kalmadı, hepimizin iş yapma biçiminde de kalıcı bir değişiklik ihtimali belirdi. Müşteriler, bu yeni dijital hayata alıştı.
UNCTAD’ın yaptığı bir çalışmaya Türkiye’de katılanların yüzde 65'i online alışverişe alıştığını söylüyor, “Önümüzdeki bir yılda çevrimiçi alışveriş platformlarını kullanmaya devam edeceğim.” diyenlerin oranı da yüzde 56 civarında. Türkiye yeni yaşam adaptasyonda Çin’den sonra ikinci. Üçüncü sırada Güney Kore var UNCTAD’a göre.
Hal böyle olunca, Türkiye’nin şimdiden kapsamlı bir dijital dönüşüm pusulasına sahip olmasında fayda var doğrusu. Ama yok. Madem bizim yok, AB’ninkine bir bakalım.
Çalışanların dijital dönüşümle uyumlu bir beceri kazandırma sürecine ihtiyaçları olacağı açık. Dijital dönüşüm, bütün sektörleri ve bütün çalışanları olumlu bir biçimde etkilemeyecek. İşlerini kaybedecek olanlar için ne yapılması gerektiğine ilişkin bir dizi programa ve güçlü bir sosyal korunma ağına ihtiyaç duyulacağı kesin. En azından ortada bir zaman uyumsuzluğu problemi olacak. Dolayısıyla dijital dönüşüm işveren örgütleri kadar, işçi sendikalarının da meselesi olmak durumunda. Nitekim normal ülkelerde öyle. Burada ne olacağı şimdilik meçhul.
İkinci olarak, tüm sektörler ve bölgeler, dijital dönüşümden aynı biçimde etkilenmeyeceğine göre farklı şirketlerin sürece intibakına ilişkin bir programa ihtiyaç duyulacağı kesin. Büyük şirketler kendi intibaklarını kendileri yapabilirler, peki, ama KOBİ’ler? İşte orada, özellikle olası bölgesel dengesizlikleri de dikkate alarak, bir program çerçevesine ihtiyaç duyulacağı açık sanırım.
Üçüncü olarak, devletin kendisinin dijital dönüşüme ayak uydurmak üzere gereken adımları şimdiden programlıyor ve bütçeliyor olması gerekiyor. Biz daha akıllı şehirler konusunda çok konuşuyoruz ama ortada yapılan bir iş, bütçelenen bir faaliyet yok. Halbuki akıllı şehirler konusunda bir altyapımız olsaydı, pandemi yönetimi konusunda bu kadar bocalamazdık. Akıllı şehirler konusunda bir alt yapı oluşturmaya başlamış olsaydık, bugün bu kadar derin veri problemlerimiz olmazdı. Bir yasak koyarken bile bu kadar bocalamazdık.
Neden bocalıyoruz, mesela, pandemi yönetiminde? Türkiye’de çalışanların yaklaşık üçte biri organize sanayi bölgelerinde çalışıyor. Her gün, sanayinin olduğu her yerde bir lojistik operasyonu var. Binlerce kişi şehrin bir yerinden OSB’ye geliyor. Peki, bunların şehrin neresinden OSB’ye geldiğini biliyor muyuz? Tekil işletmeler biliyor ama OSB yönetimi ve diğer idareciler bilmiyor. Bilinebilir mi? Evet. Peki, bu veriyi bilmek, pandemi ile daha iyi mücadele için yeterli mi? Hayır. Gerekli ama yeterli değil.
İkinci olarak, Sağlık Bakanlığı’nın hangi akla hizmet için olduğunu bilmediğim bir şekilde verileri saklamayı bırakıp, yerel salgın istatistiklerini herkese düzenli olarak duyurması gerekirdi. Böylece şehrin daha riskli bölgelerinden OSB’ye gelip çalışanlar için farklı bir sistem düşünebilirdik. Pandeminin ikinci yılına girmişken, hala böyle bir sistem hazırlığı görüyor musunuz? Hayır. O vakit, akıllı şehirlerle ilgili konuşuyoruz ama harekete geçemiyoruz diyebilir miyim? Evet. Böyle pandemi yönetimi olur mu? Olmaz.
Dördüncüsü, dijital dönüşümün altyapısını kurmakla ilgili. Burada hem veri tabanlarının oluşturulması hem internetin hızı ile ilgili problemlerimiz ve hem de konu ile ilgili kamu düzenlemeleri var. Kamu düzenlemeleri, dijital işlemlerin vergilendirilmesinden veri paylaşımı ile ilgili düzenlemelere kadar geniş bir alan için geçerli. Hazır mıyız? Hayır.
Türkiye, bu alandaki düzenlemeler konusunda bir beş dakika bile düşünmediği için daha ne yapacağını bilmiyor. Bu nedenle konu, dijital dönüşüm-veri paylaşımı olunca, kamuda defansif bir tavır gördüğümüzü düşünüyorum ben doğrusu. İyi mi? Kötü. O vakit, bir şey kaçırmamak için herhalde nemelazım diyerek, bir nevi, önce her şeyi toptan yasaklamaya yönelik bir yaklaşım görüyorum ben kamuda.
Nereden başlayalım diye sorarsanız, önce kamudaki karar alıcılara konuyu anlatalım ve bir tür “korkacak bir şey yok” eğitimi vererek başlayalım derim ben.
Halbuki dijital dönüşüme yönelik programlara en çok Türkiye’nin ihtiyacı var. UNCTAD anketine katılan Türkler öyle söylüyor. Pandemi öncesi itibariyle KOBİ’ler dijital işlemlere ne kadar hazır diye sorarsanız, Türkiye sonda yer alıyor.
Türkiye neden çözüm odaklı bir gündeme sahip değil?
Dünyada COVID-19 sonrası toparlanma tartışılıyor. Atlantik’in iki yakasında yeşil-dijital dönüşüme yönelik yalnızca tasarlanan politikalar değil, o politikaları gerçek yapacak bütçeler de şekilleniyor. Orada büyüme ve işsizlik gibi COVID-19 ile birlikte belirginleşen sorunlar, çözüm için gündeme getirilen yeşil-dijital dönüşüm gündemi ile anılıyor. Nedir? Teşhis konulmuş, reçete yazılmış, politika tasarlanırken bütçesi de ayrılmış.
COVID-19 ile mücadele ve COVID-19'un neden olduğu geçim sorunları konusunda da oralarda yeterince adım atılmış bulunuyor. Amerika’nın milletine sağladığı doğrudan bütçe desteği tutarı Amerikan milli gelirinin yüzde 27'siyken, Türkiye’de bu oran yüzde 1,5 civarında. Bu ne demek? Onlar COVID-19 kaynaklı insandan kaçma döneminde gelir akımları azalanlara- yok olanlara destek olurken, biz milleti ortada bıraktık demek. Şimdi onlar COVID-19 sonrası toparlanmaya odaklanırken, biz esasen en geçim sıkıntısından şikayet ediyoruz. Yüzde 61,4 ile bir numaralı problemimiz. Nisan ayında ilginç olan işsizlik diyenlerin oranındaki külliyetli sıçrama bir de. İsterseniz bakıverin ankete. Bana pek ne yaptığımızı biliyor gibi görünmüyoruz doğrusu. Bunu biraz açayım.
Türkiye’de, COVID-19 sonrası toparlanmada, büyüme ve istihdam artışının nasıl sağlanacağına ilişkin geçtim bütçeyi, politikalar bile belli değil daha. Haliyle bu durum, moral bozuyor. Bir tarafta, çözüm odaklı bir tartışma gündemi, diğer tarafta ise daha sorunlar çarşaf listesi. Bir tarafta, COVID-19 sonrasına ilişkin bir umut yaratıyor hükümetler, bizim buralarda ise umut karşı dağın ardında gibi duruyor.
Doğrusu ya ben, bugünlerde, Türkiye’nin en önemli meselesinin Batı ile aramızdaki bu gündem ayrışması olduğunu düşünüyorum. Orada tartışılanlarla burada konuşulanlar arasında derin bir kopukluk var. Orada gündem çözüm odaklı şekilleniyor, burada ise gündem sorunlar listesinden öteye gitmiyor. Bu nedir? Kötüdür.
Hâlbuki hatırlayın bu yıl daha Mart ayında ortaya bir İnsan Hakları Eylem Planı konuldu. Sonrasında bir Ekonomik Reformlar Paketi açıklandı. Yetmedi Mart ayında, ani merkez bankası guvernörü değişikliği nedeniyle, hiç tartışamadığımız bir “Ekonomik Reformlar Eylem Planı” açıklandı. İçindeki takvime göre, Haziran 2021'de bir sürü işin tamamlanması gerekiyor. Peki, bu ekonomik reformlar eylem planının büyüme ve istihdam gündemi açısından manasına ilişkin bir açıklama, tartışma duydunuz mu? Ben duymadım. İçinde ne olduğunu biliyor musunuz? Ben geçen gün yeni okudum. Bütçeler yine yok ama en azından bir ilk girişim var çözüm seti konusunda. ama o kadar.
Doğrusu ben, idarecilerimizin halen içinde bulunduğumuz sürecin ciddiyetini yeterince kavrayabildikleri kanaatinde değilim. İhracatımızın yüzde 60'ını içeren ana pazarımızda, G7 ülkelerinde kapsamlı bir dönüşüm gündemi var: Yeşil-dijital dönüşüm.
Millet orada mevcut sorunları somut çözüm önerileri ve bu önerilere ilişkin bütçeler bağlamında tartışıyor. Burada ise, Türkiye’nin proje portföyü halen Kanal İstanbul’u aşabilmiş değil. Halen bir bütçe yok ama zaten o proje de bugüne değil, artık unutulmuş bir düne ait. Ama onu hala günün geçerli gündemi zannedenler var. Ayrışma dediğim bu işte. Yazık.
Bu köşe yazısı 10.05.2021 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.
Originally published at https://www.tepav.org.tr.