Sanayi politikası yoksa Yeşil Mutabakat şoku daha şiddetli olur

güven sak
6 min readSep 4, 2021

--

güven sak

2021 yılında Almanya’nın büyümesine Biontech nedeniyle ek bir yüzde 0,5 ilave etmek gerecekmiş. Biontech Almanya’da kurulu bir biyoteknoloji şirketi. COVID-19'a karşı etkili bir aşıyı üstelik yeni bir yöntemle ilk geliştiren şirket.

Biontech’in kurucuları Türk. Türklerde belirgin bir gariplik olmadığının, hadisenin doğrudan yatırım iklimi ve sanayi politikası destekleri ile alakalı olduğunun da kanıtı aslında ortadaki sonuç. Doğru, “Kader gayrete aşıktır” derler ama o gayreti hangi ortamda gösterdiğiniz de önemli sonuçta. Neden?

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen “Yeşil Mutabakat AB’nin büyüme ve istihdamı artırma gündemidir” dediğinde Aralık 2019'daydık. Ama daha 2018 yılında Berlin’de Küresel Biyoekonomi Forumu’nda Almanya’nın Federal Araştırma Bakanı Anja Karliczek “Biyoekonomiye ayrılan kamu kaynaklarının ürün odaklı projeler için daha da artırılacağını” açıklıyordu. Demek ki hiçbir şey nedensiz değil. Biontech’in mRNA aşısını Almanya’da geliştirmiş olmasının bir nedeni var. Ortam müsait.

Bu arada, 2020 Biyoekonomi Forumu’nda Sanayinin Biyolojizasyonu (Biologization of industry) sanki daha bir revaçtaydı. Sanayinin dijitalleşmesi derken şimdi de sanayinin biyolojileştirilmesi: Kimyasalları karıştırarak yaptıklarımızı artık canlı organizmaların enzimleri vasıtasıyla yapmak için adım atmak. Her şey karbonsuzlaşma için. Ne demek?

Şirketin sonunda karbon ayak izi daha küçük bir ürün geliştirmesini sağlayacak bir sanayi politikası. Sektörel değil, bölgesel hiç değil, yalnızca teknoloji odaklı da değil, yeni teknolojilere dayalı olarak bir ürün geliştirecek ve karbon ayak izini küçülten bu ürünü ticarileştirebilecek şirketlerin desteklenmesi. AB’nin Horizon 2021 projelerine de artık benzer bir biçimde bakmak gerekiyor. Yanında şirket olmadan, üniversitelerde araştırma yapmak değil amaç. Amaç sonunda ticarileştirme yolunda adım atmak.

Doğrusu ben, Biontech örneğinin, sanayi politikasının nasıl tasarlanacağı meselesine ışık tuttuğunu ve daha iyi incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Merak edenler Çin’in “Made in China 2035” planına da yakından bakabilirler aslında. Aklın yolu bir sonuçta.

Şoka ne kadar hazırlıksız yakalanırsak, firmalarımıza, çalışanlara, hepimize etkisi o kadar şiddetli olur

Geçen hafta, “yeşil mutabakat, 1974 petrol krizinde olduğu gibi, stagflasyona yol açar mı?” diye sormuştum. Sonuçta aynı o yıllarda olduğu gibi sistemde hidrokarbon fiyatlarını yükselterek, arz yönlü bir şok yoluyla davranış değişikliğine yol açmak hedefleniyor. Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ya da karbon vergisi denilen petrol/kömür fiyatlarını pahalılaştırmak ve insanları bu tür enerji kaynaklarından uzaklaştırmak aslında.

Neden? İnsani aktivitenin gezegenimize olan uzun dönemli maliyetini azaltmak için. Hadisenin 1974 gibi olmamasını sağlayacak olan, kapsamlı bir geçiş dönemi planı ortaya koymak ve bir an önce işe başlayıp geçişe toplum olarak hazırlıklı olmak. Yoksa gayret etmeden son dakikaya kadar beklerseniz, arz yönlü şokun etkisini daha ciddi bir biçimde hissedebilirsiniz. İşte bugünün konusu bu esasen.

Aralık 2020'den beri altını çizdiğim, “Paris İklim Anlaşmasını Onayla” meselesi aslında bir an önce hazırlıklara başlamak içindi. O vakit daha, AB’nin 55'e Uyum paketi yoktu, gündem daha somutlaşmamıştı. Daha Sınırda Karbon Vergisi (SKV) düzenlemesi şekillenmemişti. Türkiye, bu konu her açıldığında “Bizi önce bir Ek1 listesinden çıkarın” demeyip, hadisenin içeriğine odaklanmış olsaydı, bugün daha hazırlıklı olurduk.

İklim değişikliği konusunda aklımızda bir çerçeve olsaydı, dersimize çalışmış olurduk. Mesela “ben kömürle elektrik üretilen termik santrallerden ömrünü tamamlayan şu kadarını kapatıyorum 2030'da” demeden, ortaya somut bir hedef koymadan, olası elektrik ihtiyacını hangi kaynaklardan sağlayacağınızı, teknolojik değişim ihtiyacını, bunun için ne tür yatırımlara ihtiyacınız olduğunu, bu yatırımların nasıl finanse edilebileceğini düşünmeye başlayamazsınız. Önce ilk adımı atmak, niyet etmek gerekir. Paris anlaşması o niyet beyanı işte.

Hâlbuki hadisenin kendisini düşünmeye başlamış olursanız, bu konu her açıldığında, “bizi önce ek1 listesinden çıkarın” demek yerine, bu değişimi Türkiye gibi bir ülkede gerçekleştirebilmek için 2018'de bize önerdiğiniz 3 Milyar Euro yetmez, yalnızca enerji geçişi için bizim yedi yılda 13 Milyar Euro’ya ihtiyacımız var, şu, şu ve de şu nedenlerle” diye izah edebilirsiniz. Herhangi bir strateji ya da bütçe oluşturabilmek için önce hangi tarihte ne yapacağınızı düşünmeye başlamanız lazım.

Olmayacak olanı söyleyeyim: Sanki hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi beklemek, yalnızca memleketin yiyeceği şoku büyütür. Memleket dediysem, bizim şirketler, bizler, hepimiz, Ayşe teyze, Ali Rıza amca dahil. Kapsamlı bir programı, zamana yayarak uygulama imkânı ortadan kalkar hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi beklerseniz.

Bunu aynı biçimde teknolojik sıçrama, inovasyon süreci içinde düşünebilirsiniz. Türkiye’de elektrikli vasıta (EV)’lara 2035'te mi geçileceğini bir an önce belirlemezseniz, teknoloji alanında çalışan, diyelim pil konusunda çalışabilecek ya da şarj istasyonları yapabilecek firmalarınıza bir ufuk çizmemiş, yollarınızı ve şehirlerinizi gelecek EV’lere hazırlamamış olursunuz, firmalarınızı ne açıdan, ne kadar desteklemek gerektiği konusunda düşünemezsiniz. Küresel açıdan geçerli bir yeni ürün geliştirebilmeleri için onlara imkân sağlamamış olursunuz.

İklim değişikliği için bir sanayi politikanız yoksa ya da belli bir noktaya odaklanamıyorsa, politikayı uygulamaya aktaracak, akıllı bir mekanizmayı hala kuramadıysanız, plan havada kalır, olsa olsa yöntemi ile yerli ya da yabancı firmalar yatırıma yönelmez. EV için, hidrojen için kamudan alım garantisi isterler bir de üzerine. Hadise aynı köprüler, yollar, hastaneler gibi oluverir. Malum kamuda “duygusal nedenlerle” hesap yapmayı bilen yok.

Benzer bir biçimde bugün Avrupa’nın otomotiv değer zincirlerinin parçası olan, tedarik zincirinde rol oynayan firmalarınıza da yol göstermemiş olursunuz. Konu ilgili ihracatımız şimdi içten yanmalı motor takılmış otomobillerle ilgili, halbuki AB 2035'te EV’ye geçişi tartışıyor. Bugünkü ihracatın seyri değil, yarın bu işin sürdürülebilirliği de önemli sonuçta. Yaklaşık 200.000 kişinin çalıştığı bir sektörle ilgili ne yapacağınızı son dakikaya bırakmak olmaz. Demek ki, neymiş? Yeşil Mutabakat ile birlikte Türkiye’nin AB ekonomisine entegrasyon biçimi değişecek. Türkiye’nin AB için önemi ya artacak ya da azalacak. Belki biçim değiştirecek.

Şimdi AB’nin SKV uygulaması ile birlikte 2026'dan itibaren hangi sektörlerin nasıl etkileneceğine dair bir fikrimiz var. 2020'de çalışmaya başlamış olsaydık, intibaka hazırlanmaya daha çok zamanımız olacaktı. Aynı düzenlemeyle, Avrupa ETS’sine karayolu taşımacılığı ve havayolu taşımacılığı da eklendi. Çimento, demir çelik, alüminyum, elektrik ve gübrenin yanında şimdi bunlar da olacak. Türkiye’nin kendi ETS’sini ne zaman kuracağı, bu düzenlemenin AB ile uyumu konusunda ne yapılacağı, hep bir an önce verilmesi gereken kararlar. Malum eğer kendi ETS’mizi kuramayacaksak, SKV uygulamasında burada ödenen tutar mahsup edilemeyecek, parayı AB toplayacak, Türkiye değil. Bu kötü. Ama ne yapacağınızı bir an önce açıklamayıp beklemek de kötü. Kara yolu taşımacılığı pahalılaşacak mı? Ya uçak yolculuğu? Hep aynı konu. Şoka ne kadar hazırlıksız yakalanırsanız etkisi o kadar şiddetli olacak. Çabuk demem ondan.

Türkiye karbonsuzlaşmadan, Avrupa karbonsuzlaşamaz

Şimdi ne yapmak lazım? Daha fazla beklemeden artık adım atmaya başlamak lazım. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliği düzenlemesi Yeşil Mutabakat gündemi sonrasında iyice işlevini yitirdi. Bundan evvel, gümrük birliğinin modernizasyonu konusunda yapılan hazırlıklar da aynı durumda doğrusu.

Şimdi ortada bir ikiz dönüşüm gündemi var: Yeşil ve dijital dönüşüm. Bir yandan, ne üretiyorsak orada karbon ayak izini küçültecek adımlar atmak gerekiyor. Öte yanda ise, ticaret artık dijital bir omurga üzerinden yapılıyor.

Gümrük Birliği düzenlemesi Türkiye’yi uzun süre Uzak Doğu rekabetinden koruyarak, Türkiye’ye vakit kazandırdı, memleketin bir sanayi ülkesine dönüşmesine katkı sağladı. Ama bugün Yeşil Mutabakat Türkiye gündemini ayrıntılı olarak tanımlamak gerekiyor. Artık Gümrük Birliği Modernizasyonu’nun yeni bir manası var: Türkiye karbonsuzlaşmadan, Avrupa karbonsuzlaşamaz.

Bu arada gümrük birliği düzenlemesi yerine, Türkiye-AB ekonomik işbirliğini bir Serbest Ticaret Anlaşması (STA)’ya çevirme konusundaki tartışmalar konusuna da değinmekte fayda var. Öncelikle Türkiye’nin Avrupa değer zincirlerinin ayrılmaz bir parçası olmasını sağlayan gümrük birliği düzenlemesidir. Bunun yerini STA alırsa benzer bir etkiyi beklememek gerekir. Gümrük Birliği değer zincirleri vasıtasıyla ekonomik entegrasyonu derinleştiriyor. İkinci olarak ise, ancak gümrük birliği gibi kapsamlı bir düzenleme ile birlikte, iklim değişikliği konusunda, AB’nin Türkiye üzerinde daha dönüştürücü bir etki yaratabilmesi mümkün olabilir.

Nasıl? 2015 yılı itibariyle Türkiye’nin karbon emisyonun AB’nin toplam karbon emisyonuna oranı yüzde 12'dir. AB 2030'de yüzde 55 hedefine ulaşır, Türkiye 2015'te taahhüt ettiği 2030'a kadar yüzde 21 azaltım hedefinde kalırsa ne olur? Türkiye’nin toplam karbon emisyonunun AB’ninkine oranı yüzde 40'a çıkar.

Kişi başı emisyon diye bakarsanız 2015'te Türkiye’nin kişi başı emisyonu AB’nin yüzde 70'i kadar. Türkiye çaba harcamaz ama AB sözünü tutarsa 2030'da Türkiye’nin kişi başı emisyonu AB’nin kişi başına emisyonunun iki katı olur.

Gümrük Birliği Modernizasyonu konusunsa dün yaptığımız etki analizlerini şimdi karbonsuzlaşma ve dijitalleşme hedeflerini merkeze oturtarak yenilemek gerekiyor. Dün hadise yalnızca ekonomik olarak iki tarafında elde edeceği faydaydı. Şimdi o analizlerin içine bu karşılıklı faydanın gezegenimize maliyetini de eklemek gerekiyor. Bu çerçevede, Türkiye’nin karbonsuzlaşmasının Avrupa’nın karbonsuzlaşmasına katkısını bir an önce rakamsallaştırmakta yarar var.

Yapılacaklar ortada. Türkiye’nin mnce 2015'te ilk imzacılarından olduğu Paris İklim Anlaşmasını onaylayacak. Sonra somut ve iddialı hedeflere sahip bir yeni niyet belgesi hazırlayıp mevcut çakma niyet belgesini geride bırakacağız. Ondan sonra sanayi politikasından enerji politikasına, eğitimden tarım politikasına hedeflerimizi görür hale geleceğiz ve intibak planlarını yapacağız. Şirketlerimiz böylece nasıl intibak edebileceklerini anlayacaklar. Sallanmayı bir an önce bırakacağız. Adım atacağız.

Ama galiba en başta artık imhadan ihyaya geçtiğimizi idrak etmemiz gerekecek. 1949'dan beri en derin küresel yeniden yapılanmayı ıskalamamak için yıkımdan yapıma geçtiğimizin farkına varacağız. Yıkım ekibi artık işini tamamladı, sıra yapım ekibinde. Ekipleri görelim bakalım.

Bu köşe yazısı 30.08.2021 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.

Originally published at https://www.tepav.org.tr.

--

--

güven sak
güven sak

Written by güven sak

Notes from Turkey and its vicinity: It’s the economy, stupid

No responses yet