Savaş ekonomisine hazır mıyız?

güven sak
8 min readSep 20, 2022

güven sak

İlginç bir zamanda yaşıyoruz. Dünyada işler alıştığımız biçimde olmuyor. Önce virüslerin dünyası ile insanların dünyası arasında bir savaş başladı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Yüz yıldır hiç böyle bir savaş durumu görmemiştik.

Daha bu savaşın tanımladığı yeni dünyanın işleyiş biçimini tam anlayamadan şimdi ikinci bir savaşla karşı karşıyayız. Yeşil Mutabakat sürecinin en büyük kaybedeni olmaya aday olan Rusya’nın Ukrayna saldırısı geçen yüzyılda unuttuğumuz savaşı Avrupa’ya geri getirdi.

Şimdi ise teknolojik rekabet öncelikle savaş endüstrisini yeniden yapılandıracak gibi duruyor. Biz ona bugün Yeşil Mutabakat diyoruz ama o aslında teknolojik değişimle savaş sanayiinin yeniden yapılanmasını hızlandıracak gibi duruyor. Amerika-Çin rekabetinin aslı burada.

Arka arkaya gelen bu iki savaş ekonomi söz konusu olduğunda savaş ekonomisinin gereklerini geri getirdi. Bu hafta aklımda iki tartışma kaldı doğrusu. Birincisi, iktisatçıların her an her şeyin olabileceği bir belirsizlik ortamına intibak edebilmek için daha çok bilim kurgu romanı okumasının faydalarını ele alan bir yazıydı. Bu yolla hem sıra dışı gelişme ihtimallerine karşı hazırlıklı olmak hem de belirsiz geleceği geçmişin etkisi altında kalmaksızın tasarlayabilmek mümkün olabilirdi. Amerikan New York Times gazetesinde yazan Peter Coy’a göre. Hemen ekonomi zaten bilim değil, bilim-kurgu demeyin burada. Ben önemli bir noktanın altının çizildiğini düşünüyorum.

İkincisi ise İngiliz Financial Times gazetesinde tam da başlıktaki gibi bir tartışma yayımlandı: “Servet vergisine şimdi neden ihtiyacımız var?” (Why we need a wealth tax?) konuyla ilgili bir video çeken gazetenin editörlerinden Martin Sandbu daha önce de “Vatandaşlık gelirine neden ihtiyacımız var? Konusunu tartışmaya açmıştı. Dil ağrıyan dişe gider, Financial Times gibi küresel kapitalizmin sesi olmaya özen gösteren gazete içinde bulunduğumuz savaş ekonomisi dönemine uygun konumlanıyor bana sorarsanız.

Üçüncüsü ise Amerikan Special Competitive Studies Project (SCSP) ilk raporunu yayımladı. Rapor 2030'a kadar şiddetlenecek tekno-ekonomik rekabette Amerika’nın önceliklerini vurguluyor.

Gördüğüm temel izleği not edeyim: Teknolojik rekabette öne çıkmak için Amerika’nın yine bir moonshot (Aya Yolculuk) projesine ihtiyacı olduğu bence çok iyi anlatılıyor. Ankara hala anlayamadı ama “Yeşil Yeni Mutabakat” yeni “Aya Yolculuk” projesi işte.

Sakın ola ki, Yeşil Yeni Mutabakat’ı bir çiçek-böcek projesi olarak görmeyin, o giderek şiddetlenecek yeni küresel savaşın ve kalıcı bir savaş ekonomisi ortamının habercisi yalnızca. İklim değişikliği ile savaş aslında bildiğimiz dünyayı yerinden oynatma (dislocation) projesi.

Hala farkında olmayan çaylaklara uzun uzun anlatayım. Çok yakında. Bu hafta yazacaktım ama gündem karıştı yazamadım. Raporun havası 2017 tarihli Amerikan Milli Güvenlik Strateji Belgesi’ne pek benziyor. O vakit yazmışım.

Savaş dönemlerinde ekonomide kaynak dağılım kararları piyasalara dayalı olarak verilmez. Fiyat kontrolleri ve fiyat dışı tayınlama, kaynak dağıtımı, mekanizmaları tasarlanır. İhtiyaç silah, mühimmat, yeni teknolojilerse alternatif maliyetine bakılmaz sonuçta. Savaş dönemlerinde savaşın gerekleri elbette daha öncelikli. Başrollerde Amerika ve Çin var. “Sayın Putin” ise zor durumda. Dert aşağıdaki yazıda pek güzel özetleniyor. Rusya’nın teknolojik rekabette yeri yok zaten…Esas oyuncu değil yani.

Putin sonrası Rusya için şimdiden hazırlık yapmakta fayda var doğrusu. “Sayın Putin” ne kadar gidici ise, Rusya o kadar sahici ve kalıcı.

Von der Leyen geçen hafta Avrupa enerji piyasasında fiyat kontrolleri ve tayınlamadan bahsetti

Rus tankları ansızın Ukrayna sınırını geçtiğinde takvimler 24 Şubat 2022'ydi. Ama Rus tankları Ukrayna topraklarında “tereyağına dalan bıçak gibi” ilerleyemedi. Hatırlayın ikinci savaş böyle değildi. Rusya-Ukrayna savaşı artık yedinci ayını tamamlıyor ve yakınlarda da biteceğe benzemiyor. Karşı saldırıya geçen Ukrayna güçleri Rusları şimdilik geriletmiş gibi duruyor. Öyle anlaşılıyor ki, “Sayın Putin” zor durumda.

Ruslar çıkan haberlere bakılırsa füze ve mühimmat temini için önce İran’a sonra da Kuzey Kore’ye yöneldi. Ne demek? Öncelikle, Rusya savaşın uzaması ve Batı ambargosu nedeniyle mühimmat sıkıntısı ve lojistik zorluk çekiyor demek. O nedenle Kuzey Kore’nin “ileri” teknolojisine ihtiyaç duyuyor koca Rusya. İkincisi, Ukrayna, Batı’nın sonsuz desteği sayesinde, son teknoloji silahlarla savunmadayken, Ruslar geçen yüzyıldan kalma silah ve mühimmatla ilerlemeye çalışıyorlar. İlki hedefi nişanlamasa bile attığını her seferinde isabet ettiriyor, öteki ise isabetsiz atışlar yapıyor. Yine öyle anlaşılıyor ki, “Sayın Putin” Ukrayna’da zorda.

Zaten “Sayın Putin” savaş nedeniyle çok zorda olmasa, yaptırımların kendi savunma sanayi ve Rus tüketicileri üzerindeki baskısını da hissetmese Avrupa’ya bu kış doğal gaz akışını tamamen kesme kartını oynamazdı bana kalırsa. Neden? Son kartı çünkü bu, sonuç itibariyle. Bundan böyle kendi müşterileri açısından “güvenilir” bir satıcı değil artık, ileride bu durumu düzeltebilme şansı da yok. Bu adımla birlikte kendi ülkesinin geleceğini de ipotek etmiş oluyor.

Atılan bu adım yalnızca İkiz Dönüşüm Sürecini, yeşil ve dijital dönüşümü hızlandıracak. Kimse bundan böyle telafi edilebilir bir konuda, zorunlu olmadığı bir halde, Rusya’ya bağımlı olmak istemez. Neden? Rusya’nın kendi müşterilerine nasıl davranacağı belli olmaz çünkü. Bu Türkiye için de geçerli onu da not edeyim, aklınızda bulunsun.

“Sayın Putin” zorda peki Avrupa ülkeleri çok mu rahat? Hayır. Savaş ekonomisi şartlarının olağanüstü karakterini geçen hafta Avrupa’nın enerji krizine karşı yapılması gerekenleri sıralayan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, sıra dışı şartlarda sıra dışı önlemler gerektiğini vurguluyordu. Bunlar artan elektrik fiyatları nedeniyle elde edilen yüksek karların vergilendirilmesi, fiyat kontrolü ve en sonunda tayınlama yani hane ya da tesis başına belli miktar elektrik tahsisi gibi miktar kısıtlamaları. Önceleri enerji tasarrufu diye başlayan tartışma oraya doğru gidecek.

Ayrıca elektrik yalnızca doğal gazdan üretilmiyor Avrupa’da. Ama Putin’in yol açtığı doğal gaz sıkıntısı nedeniyle elektrik fiyatları yukarı doğru giderken, kaynağı ne olursa olsun elektriğin fiyatı artıyor. Kıtlık böyle bir şey işte. Ne oluyor? Bazı elektrik üreticilerinin fiyatı maliyet değişmediği aynı kaldığı halde artıyor. Ne oluyor? Karlılık artıyor. İşte bazı enerji üreticilerine fiyat kontrolü ya da ek vergi tartışması buradan çıkıyor. Savaş ekonomisi şartlarında piyasa mekanizması kaynak tahsisini doğru yapamıyor diye söylenen bu işte.

Bir de işin elektrik üreten firmaların vadeli elektrik piyasasında açığa sattığı elektrik tutarını içeren kontratlar var. Firma ilerideki olası fiyat düşüşlerinden korunmak için ileriye yönelik bir kontratı belli bir pozitif fiyattan satmış. Şimdi Putin nedeniyle elektrik fiyatları iyice yükselince o tür açığa satış kontratlarının değeri daha da arttı. Neden? Elinde tutana olası spot satış fiyatından daha ucuza elektrik satın alma hakkı veren kontrat bu sonuçta. Nedir? Değerlidir. Hal böyle olunca üretici firmaların bu değeri artan kontratlar için borsaya yatırması gereken teminat tutarı da yükseldi tabii. Bilenler elektrik üreticisi şirketlerin ödemesi gereken ek teminat tutarını 1,5 trilyon avro olarak açıkladılar. Yüksek. Aslında ortada bir kayıp yok, kontratlar değerli ama şirketler için bir de bu geçiş süresinde ek likidite talebi ortaya çıktı. En azından devletin vereceği bir borca ihtiyaçları var şimdilik.

Nedir? Savaş ekonomisi şartlarına öngörülemeyen hızlı geçiş bütün hesapları alt üst etti. Açığa satış kontratları bile Putin yüzünden başa bela oldu. İktisatçılar bol bol bilim kurgu romanı okusun önermesi bu çerçevede çok manalı doğrusu. Asimov’un Vakıf üçlemesinde Psiko-tarihçi Hal Seldon’un çağlar aşan istatistiksel modeli bir insan değil, bir mutant veya biyolojik değişime uğramış bir yaratık başa geçince patlardı ortaokul yıllarından beri hala hatırlarım. Nasıl davranacağı belli olmayan biri, rasyonel modeli parça pinçik edip, o model üzerine yapılan bütün planları çöp etmişti. Aynen onun gibi işte vaziyet.

Peki, nedir Türkiye’nin bu rahatlığı?

Savaş ekonomisi şartlarında ilk akla gelenler hızla dile getiriliyor şimdilerde. Ben en çok Türkiye’nin rahatlığına şaşıyorum doğrusu. Geçenlerde bunu bir kez yazdığımı hatırlıyorum. Ne değişti? Hiçbir değişiklik olmadı elbette.

Geçen yıl gazı kestiği gibi yapmasa, İran bu yıl gaza dokunmasa, Rusya Türkiye’ye gaz sağlamaya devam etse bile Türkiye’nin bu kış ödemeyi nasıl yapacağı tartışmalı. Avrupa ekonomisi Putin gazı kesince yavaşlayacak, Türkiye’nin Avrupa’ya ihracatı olumsuz etkilenecek. Nedir?

İhracatımızın yarısı negatif etkilenip aşağıya doğru inecek demek. Azalan ihracat miktarı ve zayıflayan avro sonuçta Türkiye’nin dolar cinsinden dış ticaret açığını artıracak. Riskler artarken finansman gereği artmış olacak. İyi mi? Kötü.

Bu bizi nereye getirir? Putin’in yalnızca gazı kesmemesi yetmez demek bu esasen. Putin’in bize bir konuda daha yardımcı olması gerekir? Nedir? Bu yılın doğal gaz ödeme tutarlarını aynı 2018'de Rahip Brunson krizi sırasında yaptığı gibi iki yıl ertelemesi de gerekir. Yapabilir mi? Yapabilir. Peki, ama karşılığında ne ister?

Bana sorarsanız, Batı yaptırımları nedeniyle tüketim sepeti ve hayat kalitesi olumsuz etkilenen Rus tüketicileri rahatlatacak çözümler isteyebilir mesela. Bu şartlarda biz hala bu talebe hayır diyebilir miyiz? Sanırım hayır. O vakit daha çok mektup alır ikincil yaptırımlar konusunda Türk firmaları bana sorarsanız. Özellikle MIR ödeme sistemine intibak edenler. Gelenler bana ““o” bankanın, “o” beyaz eşya üreticisinin küresel büyüme hedefleri yok mu?” diye boşuna sormuyorlar herhalde. Neyse?

“Servet vergisine neden ihtiyacımız var?”

İşte geçen hafta İngiliz Financial Times gazetesindeki “Servet vergisine neden ihtiyacımız var?” videosu da bu hızlı ve kontrolsüz değişi gündemi çerçevesinde ele alınmalı sanırım. Milli gelir içinde emeğin payındaki sistemli azalma yalnızca Türkiye’nin değil, İngiltere’nin bütün gelişmiş ülkelerinde problemi aslında. Böyle bir ortamda bir de enflasyonun artıyor olması elbette analistleri düşünmeye sevk ediyor. Artan yoksulluk kötü.

2003'te Türkiye’de milletin yüzde 36'sı Dünya Bankası tanımına göre günlük 5,5 dolardan daha düşük gelirle geçinmeye çalıştığı için yoksul kabul ediliyordu. 2018'e kadar bu oran yüzde 8'e kadar geriledi. AKP daha kapsayıcı bir büyüme süreci ile o seçimleri kazandı. Hiçbir şey açıklanamaz değil. Şimdi yoksul sayısının yeniden yüzde 25'i aşıp yüzde 30'a doğru yükselmeye başladığı yeni bir dönemdeyiz.

Daha önümüzde bu kış ve sonraki bahar var seçime kadar. Bu nedir? Kötüdür. Enflasyon artmaya devam edecek çünkü. Neden böyle oluyor? Tarihimizde hiç bu kadar hızlı enflasyon artışı olmadığı için oluyor. Bakın bunu ilk kez görüyoruz. Sonuçlarını da ilk kez değerlendireceğiz. Bilmem farkında mısınız?

Doğrusu ben bu serideki “vatandaşlık geliri” tartışmasına da, “servet vergisi” ihtiyacına da aynı açıdan bakıyorum. Önümüzdeki dönemde her tür ekonomik programın içinde sosyal korunma ağının güçlendirilmesine yönelik bir vurgu, bir tür gelirler politikası bileşeni mutlaka olacak. Özellikle seçimden sonra; Türkiye’nin her durumda uygulamak zorunda kalacağı ekonomik program sanırım içinde sosyal harcamalar ve sosyal korunma ağı geçen, benim bildiğim, ilk Türk istikrar programı olacak. Sanırım bugün ekonomik program taklidi yapan düzenlemenin yol açtığı hasarı başka türlü telafi etmek mümkün olmayacak. Enflasyonla mücadelenin yoksullukla mücadele ile birleştiği bir noktadayız bugün. Doğrusu Türkiye özelinde bana hala mümkün geliyor.

Mesele esasen harcamaları nasıl finanse edeceğiz olunca, bu çerçevede öncelikle akla servet vergisinin gelmesi belki doğal. Ancak Türkiye gibi vergi idaresinin etkin işlemediği bir ortamda servet vergisi, vatandaşlık geliri gibi mekanizmaların beklenen sonucu vermesini beklemek mümkün değil. Alın vatandaşlık gelirini. Devlet yalnızca ülkenin vatandaşı diye ayrımsız herkese bir maaş bağlayacak sonra bunu vergilerini artırarak varsıldan geri alırken, yoksuldan geri almayacak. Neden böyle? Eşit vatandaşlık prensibi gereği böyle, kimse kimseye sadaka vermiyor, herkes hakkını eşit biçimde alıyor sonra varsıldan bu verilen para artan vergiler yoluyla geri alınıyor. Burası varsılın yeşil kart çıkarttığı, özel üniversiteden çocuğuna burs talep etmek için araya birilerini soktuğu bir memleket. Kolay mı bu tür zamana uygun alengirli önerileri işletmek? Zor.

Dünya bir büyük alt üst oluş içinde, bir halden diğerine geçiyor. Aynı Karl Marks’ın yıllar önce dediği gibi katı olan her şey buharlaşıyor. Bu dönemde her yerde, herkes, içinde bulunduğumuz savaş ekonomisi ile baş etmek için, bu ortamda geleceği planlayabilmek için, alışık olmadığımız önerileri ortaya atıp değerlendiriyor. Bir bizim burada bir sükûnet, bir bizim burada bir uyuşukluk görüyorum ben.

Hayır. Yalnızca neye güvendiğimizi anlayamadığım için soruyorum: Siz neyle oynadığınızın, millet adına ne tür riskler aldığınızın farkında mısınız hakikaten? Ben risksizleştirme (derisking) gereken bir dönemde, fazladan risk aldığımızı düşünüyorum doğrusu.

Originally published at https://www.tepav.org.tr.

--

--

güven sak

Notes from Turkey and its vicinity: It’s the economy, stupid