Bugünlerde etrafta olup bitenlere bakarken aklıma hep bu İngiliz atasözü geliyor doğrusu, bir nevi tekerleme gibi: “You can’t have your cake and eat it, too.” Türkçeye bir Sezen Aksu şarkı sözü ile çevrilmişi de var, o da pek güzel geliyor kulağa: “Hem karnım doysun, Hem pastam dursun/ Yok öyle.” Ziynet Sali’nin “Bizde böyle” şarkısı. Hatta Ekşi Sözlükte, “Hem böreğim tam olsun, Hem de karnım doysun” versiyonunu da gördüm. Hâlbuki Türkçede biz buna “Ne yardan geçiyor, ne de serden” diyoruz doğrusu. Gelin anlatayım neden aklıma düştü bu söz.
Önce tanım. İstediği şey fedakarlığı gerektirdiği halde, fedakarlığa yanaşmayan ama istediğinden de vazgeçmeyen kişiler için biz “ne yardan geçiyor, ne de serden” deriz. Bir nevi birbiriyle uyumsuz iki hedefe aynı anda erişmeye nafile çabalamak burada söz konusu olan. İngilizler de aynı anda erişilmesi mümkün olmayan iki ayrı hedefe, aynı anda erişmeye çalışanlar için “Hem pastam dursun, Hem karnım doysun olmaz” diyorlar. Siyasi çekincelerle, aşağısı sakal, yukarısı bıyık diye, bir türlü karar veremeyenlere, bir nevi, iyi düşün, önceliklerini doğru belirle, hakikaten neyi istediğine karar ver demek. Kararsızlık ve kararsızlığın getirdiği hareketsizlik en kötüsü çünkü. İşte biz şimdi tam da bu noktadayız. Ankara’dakiler ne yardan vazgeçebiliyor, ne de serden.
Halbuki yok öyle her şey aynı anda olsun, hem faiz insin, hem enflasyon düşsün, hem büyüme uzun dönem ortalamalarının üzerine çıksın, bir de, lütfen, işsizlik azalsın, hem de Türkiye bölgesinde sözü geçen ülke olsun derseniz, izler birbirine karışır, işleri toparlamak asla mümkün olmaz. Ama doğru sıralamayla bunların hepsinin bugünlerde olabilmesi ihtimal dahilindedir. Ben etrafa bakınca yıldızların uzun bir aradan sonra ilk kez bir sıraya dizildiğini görebiliyorum doğrusu. Ama…
Türkiye, Cumhuriyet dönemi boyunca sürekli kapasite inşa etmiş, kabiliyetleri olan bir büyük ülkedir. El Hak, doğru. Ama her çiçeğin bir mevsimi, her işin bir zamanı vardır. Önceliklerimizi doğru belirler ve bir an önce olduğumuz yerde sallanmayı bırakıp, hakikaten adım atmaya başlarsak, bunların hepsi olur. Hadise, bir an önce “hem pastam dursun, hem karnım doysun” siyasi kararsızlığını aşmakla ilgili gibi geliyor bana doğrusu. Millet, idarenin bir an önce bir karar verip, tedbir alması için doğrusu hala elinde yüz dolarlık banknotlarla bekliyor. En son baktığımda, yabancı para mevduatın toplam banka mevduatı içindeki payı hala yüzde 53 civarındaydı.
2018 ortasındaki kur şoku, Ayşe teyze ve Ali Rıza amcanın yaşam kalitesini şallak mallak etti
Adım atmak için önceliklerimizi belirlemek üzere ilk yapmamız gereken nedir? İçinde bulunduğumuz durumu doğru tespit etmektir sanırım. Türkiye, 2018 ortasında maruz kaldığı kur şokunun reel sonuçlarını idrak ediyor bugün. Ayşe teyze ile Ali Rıza amca 2018 yılı ortasındaki kur şokunun hayatlarında nasıl bir yeniden dengelenmeye yol açtığını her gün yaşıyorlar.
Ekonomide yeniden dengelenme dediğiniz nedir? Türk lirasının Amerikan doları karşısında hezimete uğraması Türkiye ekonomisini bir denge noktasından, yeni bir denge noktasına getirdi. Şimdi bütün fiyatlar, Türk lirasının Amerikan doları karşısındaki hezimetinin kuru çıkardığı noktayı veri alarak, yeniden dengeleniyor. Yaşadığımız budur.
Ben, içinde yaşadığımız sürecin öncelikle böyle dönemlerde rakamlarla çok oynanmaması gerektiği konusunda, dersler içerdiğini düşünüyorum. Bu çerçevede, bir değerli dostumun yakınlarda tartışmaya açtığı, aşağıdaki grafiğe dikkatinizi çekmek isterim. Bu vesileyle, bu konuda ne düşündüğümü de anlatayım.
Türkiye, yakın dönemde üç ciddi iktisadi kriz yaşadı. İlki 2000–2001 kriziydi. Kaynağı içeridendi. İkincisi, 2008–2009 kriziydi. Sistemin merkezinde başlayıverdi, bizi de başlangıçta gafil avladı. Üçüncüsü de 2018’de başlayan ve halen derinleşerek devam eden içinde bulunduğumuz krizdir. Aslında bu kriz, Batıda 2008 krizini yönetmek üzere alınan tedbirlerin bizim üzerimizdeki uzatmalı etkisidir. Orada parasal genişleme olunca, burada şirketlerimiz borçlandıkça borçlandı. Sonra orada parasal daralma eğilimi ile birlikte bizim için işler zorlaştı. Etki dışarıdan davul çalarak geldi, biz zamanında tedbir alamadık ve bir kez daha gafil avlanmış olduk. Bugünlerde, “Fed ve ECB’nin faiz indirmesi, gelişmekte olan ülkelerde daha da büyük ve sistemik etkileri olan krize yol açar, aman dikkat” diyenlerin işaret ettiği bizim gibi ülkelerin şu anki tecrübesidir. Bugünlerde hem Fed hem de ECB kaynaklı yeni bir parasal genişleme beklentileri konusunda acul davranmamak gerekir. ama ilke ortadadır: Türkiye gibi zenginleşmek için yabancıların tasarrufuna muhtaç bir ülkenin içine kapanmak, dolar piyasalarından uzaklaşmak, Batıdan kopmak gibi bir lüksü, istese de, yoktur. Burada olan orada olanın yansımasıdır.
Siyasetçi için önemli olan, milli gelirin dalgalanmasında, özel tüketimin seyridir esasen.
Şimdi grafikte aslında bu üç krizin milli gelir ve özel tüketim harcamaları daralması rakamları işaretlenmiş durumda. Mavi çubuklar, ilgili kriz döneminde, milli gelirin ne kadar daraldığını gösteriyor. Kırmızı noktalar ise, yine ilgili kriz döneminde, özel tüketim harcamalarının ne kadar gerilediğini gösteriyor.
İlk kriz, 2000 yılının üçüncü çeyreği ile 2001 yılının dördüncü çeyreği arasında. Bu dönemde, özel tüketim harcamaları yüzde 8 daralmış, milli gelirdeki daralma ise yüzde 11 civarında olmuş. Milli gelirdeki daralma, özel tüketimdeki daralmadan yüksek. İkinci krizimiz ile ilgili rakamlar 2008 yılının birinci çeyreği ile 2009 yılının birinci çeyreği arasında. Bu dönemde, özel tüketim harcamaları yüzde 8,9 daralırken, milli gelirdeki daralma yüzde 12,5 olmuş. Yine, dikkatinizi çekeyim, milli gelirdeki daralma, özel tüketimdeki daralmanın üzerinde.
Şu an içinde bulunduğumuz iktisadi kriz dönemi olarak ise 2018 yılının ilk çeyreği ile 2019 yılının ilk çeyreğini alıyoruz. Bu dönemde özel tüketim harcamaları yüzde 8,2 daralırken, milli gelir yalnızca yüzde 2,8 daralmış. Nedir? Milli gelirdeki daralma özel tüketim harcamalarındaki daralmanın epey altında kalmış. bir değişiklik olmuş. Bu ne demek? Arada milli gelir tahmin sistemimizi değiştirdiğimiz için, bu kez daha önce alışık olmadığımız bir gelişme ile karşılaşmışız. Milli gelir büyümesi rakamları bizi artık özel tüketim daralması konusunda yeterince bilgilendirmemeye başlamış. İhracat artışı mıdır? Savunma harcamalarının milli gelir hesaplarına eklenmesi midir? Nedenini bilmiyorum. Ancak ben, bunun neden böyle olduğundan daha önemli olanın, rakamların artık böyle olması olduğunu düşünüyorum. Siyasetçi için buradan çıkartılacak ders açıktır: Zor dönemlerde, rakamlarla zinhar oynamamak gerekir. Oynayan kaybeder. önünü görmek için daha dikkatli analiz yapmak gerekir. Açayım.
Siyasetçi için önemli olan, milli gelirin dalgalanmasında, özel tüketimin seyridir esasen. Ayşe teyze ile Ali Rıza amcanın yaşam kalitesini ilgilendiren gösterge o’dur. 26 Mart 1989 yılında, Anavatan Partisi belediye seçimlerinde oy oranını yüzde 21,75’e düşürünce, Rahmetli Özal’ın “işte bunu atlamışım” diye baktığı ilk göstergenin özel tüketim harcamalarının seyri olduğunu anlatırdı bilenler. İşte tam da öyledir. Böyle bakınca, içinde bulunduğumuz iktisadi kriz, 2001 krizi kadar, 2008 krizi kadar derin bir iktisadi krizdir ve milletin yaşam kalitesini aynı biçimde derinden etkilemektedir. Son yerel idare seçimlerinin neden böyle olduğunun en güzel göstergesi de bana sorarsanız buradadır. Bence öncelikle idrak edilmesi gereken vakıa budur. Sonra vakıa ile kavgayı bırakıp, tedaviye odaklanmak gerekir. Tedavi nedir? Özel tüketimi yeniden canlandırmak elbette.
Koyun can, kasap et derdinde
Peki, böyle bir ortamda, merkez bankasının külliyetli faiz indirimi özel tüketimi toparlamakta işe yarar mı? Hayır. Öncelikle ikinci grafiğe bir bakın isterseniz. İşsizlik 2008 yılında nasıl arttıysa, şimdi on yıl sonra yine benzer bir şiddette artmaktadır. Şimdi herkese düşük faizli tüketici kredisi ya da ev kredisi vermenin zamanı mıdır? Hayır. İki nedenle. Verseniz de alamazlar. Bir. Bu bankalar bu bilançolarla o işi müdebbir bir tacir gibi davrandıkları takdirde asla yapmazlar. İki. Her çiçeğin bir mevsimi, her işin bir zamanı vardır. Üstelik bundan on yıl önce bu işi halletmek için yaptıklarımızı artık yeniden yapmak mümkün değildir. Nedir?
Dün bankalarımızın bilançosunda kur şoku kaynaklı bir yangın yoktu, bugün vardır. Şimdi odaklanılması gereken iş, banka bilançolarına yeni riskler yüklemek değil, onların mevcut fazla riskten arındırılmasıdır. Sistemi canlandırmanın yolu mıntıka temizliği ve yeniden sermayelendirmedir. Parayı yanlış yerde dağıtmamak gerekir. Evin bodrumunda kaybedileni, daha kolay diye, evin bahçesinde aramanın bir manası yoktur. Bu risklerin orada birikmesine göz yuman idare, bugün, siyasi çekincelerle, o bilançoları temizlemeyi kendisine bir an önce iş edinmez ve bir nevi, “hem pastam dursun, hem karnım doysun” diye oyalanır ve “herkes kendi başının çaresine baksın, ben bu işe para filan koymam” derse ne olur? Öncelikle, yarın yapılması gereken temizliğin milletçe ödememiz gereken faturası yalnızca daha büyük olur. İkincisi, özel tüketimdeki daralma derinleşerek devam eder. Üçüncüsü, özel tüketimde devamlılık kazanan daralmanın siyasi faturası da daha büyük olur. Daha ne diyeyim? Dinamik bir sürecin içindeyiz, böyle bir süreçte en kötüsü asla geride kalmaz.
Şimdi yazmadığım cümleyi de yazayım ki, akıllara kazınsın. Bu hale, 2018 yılındaki kur hareketi başlarken, ortalığı saran “hem pastam dursun, hem karnım doysun” siyasi çekincelerinin neden olduğu atalet ile geldiğimizi de lütfen unutmayın. Tedavinin başlayacağı nokta, vakıayla kavga etmeyi bıraktığınız noktadır.
Bu köşe yazısı 05.08.2019 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.