Güven Sak
Bu hafta Çinli Ant Group hisse senetlerini ilk kez halka ihraç edecekti. Olmadı. Hâlbuki 34,4 milyar dolarla tarihin en yüksek değerli halka hisse senedi satışı olmaya adaydı. Çin hükümeti, Ant Group halka arzını engelledi son anda. Bugünün konusu bu. Çin, Ant Group halka arzından neden korktu?
Ant Group, e-ticaret platformu Alibaba ile birlikte çalışacak bir ödeme sistemi olarak tasarlanmış bir fintek idi. Başlangıçta kâr merkezi olarak bile tasarlanmamıştı, işlemleri ücretsizdi. Ama hızla finansal hizmetler alanına açılınca, 2004'te kurulan Ant Group, 1999'da kurulan Alibaba’dan daha değerli bir şirket oldu hesaba göre. İşte Çin, bu finansal hizmetler şirketinin, banka olmayan bankanın, bir fintek’in halka açılmasından bu aşamada sanki çekindi. Her iki şirketin de sahibi olan Jack Ma’ya, “Biz bu alandaki düzenlemeleri gözden geçirmeyi düşünüyoruz.” diyerek; fintek’in halka hisse senedi satışını engelledi. Neden?
Doğrusu bana kalırsa, Çin, dijital ödeme sistemi işleten bir fintek aracılığıyla finansal liberalizasyon ve sermaye hareketlerinin liberalizasyonu konusunda bir oldubitti ile karşı karşıya kalmamak için tedbirli davranmaya çalışıyor. Arkasında ne olduğunu tam olarak bilmediği bir kapıyı birdenbire ardına kadar açmak istemiyor sanki. Türkiye’nin 1990'larda sermaye hareketlerinin liberalizasyonu konusunda büyük bir cesaretle yaptığını yapmamaya çalışıyor. Gelin ne gördüğümü anlatmaya çalışayım.
Ant Group hikâyesi, doğrusu bana çok tanıdık geliyor, önce Abt Financial hikayesi…
Jack Ma, tüketicilerin, seçtikleri mal ile ilgili ödemeyi satıcıya yaptıktan sonra, mal tesliminin nasıl yapılacağı konusunda şüphe duymaları nedeniyle e-ticarete kuşkuyla yaklaştıklarını ve bu durumun Alibaba alışveriş platformuna katılımı sınırlandırdığını görmüş. Bunun üzerine, mal müşteriye teslim edilmeden, müşteriden gelen ödemeleri satıcı şirkete aktarmayıp Ant Group bünyesinde bir geçici hesapta bekletmeye başlamış. Bir nevi, alıcı ile satıcı arasına güvenilir bir ara yüz yerleştirmiş. Böylece Alibaba müşterilerinin tümünün bir Alipay hesabı da olmuş. Alipay, Ant Group ürünlerinden biri bugün.
Ant Group hakkında ben en çok The Marker’da Marc Rubenstein’ın aşağıdaki yazısını beğendim doğrusu. Onu da buraya ekleyeyim. Tarihe not olsun.
Alipay’in işlem hacmi yüksek olduğu halde işlem ücreti yok. Amaç, Alibaba’ya müşteri bulmak. Hâlbuki her finansal işlemin bir maliyeti var. Bu maliyeti çıkarabilmek için önce geçici hesaplarda biriken kaynak az da olsa işletilmeye başlanmış. Derken bir adım daha atılmış. Yalnızca geçici hesaplarda biriken tutarların değil, Alibaba müşterilerinin tüm tasarruflarını toplayacak bir para piyasası yatırım fonu (Yue Bao) oluşturulmuş. Ant Group bu noktadan sonra sigortadan, krediye ve sahip olduğu kişisel alışveriş verileri sayesinde kredi değerliliği skorlamasına kadar, sunduğu finansal hizmetleri çeşitlendirmeye başlamış. Eskiden böyle değilmiş, sonradan böyle olmuş.
Yue Bao, bir para piyasası yatırım fonu (money market mutual fund) olarak, Çin’in mevduat bankalarından daha iyi faiz getirisi sağlamaya başlamış mudilerine. Yue Bao’da tasarruflarınıza yüzde 5 getiri alırken, Çin devleti mevduat faizlerine üst limit koyduğu için, bankaya gittiğinizde alabileceğiniz faiz getirisi yalnızca yüzde 2,7 ile sınırlı kalıyor. Sonuç: Yue Bao’da toplanan kaynak tutarı 560 milyar dolar olmuş 2019 yılı başında. Böylece Ant Group bir kâr merkezi haline gelmiş.
Şimdi 1970'lerde bakın nasıl olmuştu ona geleyim. Süreç çok benzer ama bu seferkinin büyüklüğü ürkütücü: Amerika’da faiz oranı limitleri tam da böyle ortadan kalkmıştı
Mesele nerede? Şurada: Yeniliği sistemin içine bir kez yerleştirdikten sonra ileride nelere yol açabileceğini önceden kestirebilmek çok da kolay değil. Çin’in, Ant Group hakkındaki endişesinin aslında bizim de burada endişemiz olmasında fayda var, aynı gözle bakarsanız.
Dijitalleşme, yeni teknolojik devrim gibi kavramların hadiseyi bizatihi bir finansal istikrar meselesi olarak incelemeye mani olmaması gerekir.
Hele bu çağda ve yaklaşık 300 milyonu Çin dışında; Bengladeş’ten Pakistan’a, Filipinlerden Güney Kore’ye başka ülkelerde yaşayan çevrim içi toplam 1,3 milyar kullanıcıya sahip bir sistemle. Bakın bu daha önce hiç olmadı. Türkiye’deki benzerlerine de bakmanızı öneririm doğrusu.
Aynı Çin gibi, Amerika’da da 1970'li yıllarda mevduat faiz oranları devletin kontrolündeydi. Aynı Çin gibi mevduat faiz oranının belli bir limiti aşma imkânı yoktu. Sonra Amerikalılar aynı Yue Bao gibi para piyasası fonlarının ticari bankacılık sistemi dışında gelişmesine imkân verdiler. O vakit, böyle dijital sistemler yok, e-ticaret yok; milyarı aşan katılımcıya aynı anda erişim imkânı da yoktu. Ona rağmen, para piyasası fonları, Amerika’yı fiili bir finansal liberalizasyon sürecine götürdü. Sermaye hareketleri serbestisi de oradan çıktı.
Nasıl? Sermaye piyasası alanında çalışan yatırım bankalarının kurduğu para piyasası yatırım fonları merkezli faiz rekabeti ile kaynaklar, banka mevduatından uzaklaşınca; mevduat kabul eden ticari bankalar eurodolar hesaplarını icat etmek zorunda kaldılar. Amerikan bankalarının Amerika dışındaki şubelerinde tutulan dolar hesapları üzerinde benzer bir faiz kontrolü yoktu o vakitler. Eurodolar piyasası böyle doğdu. Sonunda eurodolar hesaplarında o kadar çok kaynak birikti ki, sermaye hareketlerinin kendiliğinden serbestleşmeye başladığı bir yeni dünya kendiliğinden ortaya çıktı. Bu arada Amerikan faiz kontrolleri de kalktı. Finansal piyasalar serbestleşti.
Neden Çin temkinliyken Türkiye bu kadar kontrolsüz dışa açıldı?
Dışa açılma söz konusu olduğunda Türkiye ve Çin örneklerini karşılaştırabilmek mümkün aslında. Hem Çin hem de Türkiye, 1980'lerde dışa açılmaya başladı. Türkiye, yapısal olarak cari işlemler açığı verdiği için, son derece hızlı bir biçimde, çok fazla düşünmeden finansal açıdan dışarı açılırken; yapısal olarak cari işlemler fazlası veren Çin daha kontrollü bir yolu benimsedi ve adımlarını hep daha çok düşünerek attı. Biz kafamızı gözümüzü yararak, tepeden aşağıya yuvarlanarak dışa açıldık. Çin ise tepeden aşağıya dikkatli küçük adımlarla, temkinli bir biçimde inebildi.
Şimdi düzlükte başına bela almak istememesi normal karşılanmalı. Hele bu çağda. Şimdi 1,3 milyar yerli ve yabancı kullanıcısı olan bir fintek sayesinde; Çinlilerin, bir nevi, kendi ülkelerindeki sermaye kontrollerini devre dışı bırakabilecek, faiz rekabeti ile ticari bankaların kaynaklarını azaltabilecek bir mekanizmadan çekinmelerini doğrusu ben anlamlı buluyorum. Çin’de banka kredilerinin büyüklüğü ortadayken, kötü kredilerin boyutları tartışılıyorken, bankaların kaynak maliyetlerini artırabilecek bir adımın olası sonuçlarını daha dikkatli düşünmekte fayda var. Hele COVID-19 sonrasında ancak büyük kamu programları ve hızlı kredi genişlemesi ile toparlanabileceğimiz ortadayken, kimse başına bir de bankacılık krizi almak istemez.
Aynı Jack Ma’nın söylediği gibi, nasıl tren garı işletim sistemi ile bir havaalanını işletmeye kalkmak kötü sonuçlar verirse, kurumsal altyapısı olmadan finansal liberalizasyona yönelmek de hayırlı olmaz. Kitlesel finansal yenilikler konusunda da temkinli olmak, temkinli olmamaktan çok daha iyidir. Özellikle COVID-19 sonrası toparlanma dönemine hazırlanırken…
Temkinli olmamanın ne tür sonuçlara yol açtığını merak edenlere finansal serbestleşmede Türkiye deneyimini anlatabiliriz doğrusu. Tecrübe, dün yapılan hataların toplamıysa, biz çok tecrübeli sayılırız. O vakit, biz yine, “Biz, çılgın Türkler” diye yola çıkıvermiştik. Sonra kervan, bir dizi krizle, yolda dizilmişti. Başka seçeneğimiz yok muydu? Tartışılır.
Bu köşe yazısı 09.11.2020 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.
Originally published at https://www.tepav.org.tr.