Şimdi buradan nereye?

güven sak
4 min readJan 29, 2020

--

Geçen Cuma, 24 Ocak’tı. Türk ekonomisinin küresel ekonomiye entegrasyonunu amaçlayan transformasyon süreci bundan tam kırk yıl önce 24 Ocak 1980’de başladı. Bugün Türkiye ekonomisi ile ilgili övünülecek ne varsa, o gün atılan adımların eseridir, bana sorarsanız. Ben o gün olanların bugün için hala yol gösterici olduğunu düşünüyorum. Hem rahmetli Demirel ve Özal’ı hayırla anayım hem de aklınızda kalsın diye o dönemi hatırlatayım. “Şimdi buradan nereye?” diye yol belirlerken, yanlışa sapmamak için, bir faydası olur diye düşünüyorum doğrusu.

Dış dünyanın parçası olmak, zenginleşmek demektir

1980’lerin başında Türkiye’de kişi başına milli gelir 1.500 dolar civarındaydı. Sonra 2008 yılında 10 bin dolara ulaştı Türkiye’nin kişi başına milli geliri ve oraya takıldık kaldık aslında on iki yıldır. İç siyasi itişmeler bize hiç iyi gelmedi. Önce Ergenekon, sonra Balyoz diye başlayıp, iktidar bloku içi çatışmaya dönüşen süreç, Türkiye’nin zenginleşme iştahını kesti. 2018’de en son 9.300 dolar kişi başına milli gelir ile bir nevi, 2007 yılına döndük. Ama olsun, 24 Ocak’ta başlayan iktisadi dönüşüm süreci, Anadolu’nun zenginleşmesi açısından bakarsanız, bize iyi geldi.

Neler öğrendik bu süreç içerisinde? Öncelikle, Türkiye, sınırlarının içine kapanarak değil, dışa açılarak zenginleşebileceğini öğrendi. Türkiye gibi tasarruf açığı olan bir ülke, 24 Ocak süreciyle birlikte “döviz kazandırıcı” işlemlere odaklandı. İhracattır. Turizmdir. Çatladı, patladı ama bunların hepsini biz 1980’den sonra öğrendik. Başarılı da olduk. İhracatımız 3 milyar dolardan bugünkü 150 milyar seciyesine geldi. Toplam ihracatımızın içinde sanayi malları ihracatının payı yüzde 10'lardaydı, yüzde 90'ı geçti. Türkiye bir sanayi ülkesi oldu. Ne zaman iç pazar tıkansa, millet kesifleşen belirsizlik ortamı ile tüketimi kesmek zorunda kalsa ağlamaya değil, dışarıdan sipariş bulmaya odaklandık. 2018 ve 2019’da da aynısı oldu, hatırlatayım.

İkinci olarak, 24 Ocak ile başlayan iktisadi dönüşüm sürecinde, devletin piyasada fiyat oluşum sürecine doğrudan karışmamasının zararlı değil, faydalı olduğunu yaşayarak öğrendik. Devletin kapalı kapılar ardında kendi kendine fiyat belirlemesi, esasen bal tutanın parmağını yalamasına imkan sağlarken, fiyatların piyasada serbestçe belirlenmesi, milletin hep birlikte zenginleşmesine imkan sağladı.

Üçüncü olarak ise, 24 Ocak ile başlayan süreç, soğuk savaş biter ve memleketin arsa değeri azalırken, yeni uluslararası ortama intibak imkanını getirdi Türkiye’ye. Fena olmadı, doğrusu. Eskinin devletten devlete fon akımları yerini piyasa tabanlı uluslararası fon akımlarına bırakırken, Türkiye, finansal liberalizasyon politikaları ile bu yeni ortama intibak eden öncü gelişmekte olan ülkelerden biri oldu.

Peki, şimdi dünya değişti mi?

Dün, dış dünyanın parçası olmak, zenginleşme demekti. Peki, şimdi bu durum değişti mi? Hayır. Türkiye açısından bakarsanız, ortada değişen bir durum yok. Tasarruf açığı olan, dışa açık ve küçük bir ekonomi Türkiye ekonomisi.

Türkiye gibi nüfusu, dolayısıyla, iç pazarı, sınırlı bir ülkenin büyük nüfusa sahip ülkeler gibi kendi içine kapanma lüksü yok. Ne açıdan yok? Eğer milletin zenginleşmesi diye bir derdimiz varsa, Türkiye’nin içine kapanma lüksü yoktur. Biz, dünya ekonomisinin gidişatını etkileyebilecek büyüklüğe sahip değiliz ama dünyada olup bitenler bizi doğrudan etkileyebiliyor bu arada. Attığımız her adımda, bu asimetrinin farkında olmak gerekiyor.

Bugün geldiğimiz noktada yapabileceğimiz nedir, hareket alanımız nerededir? Yapılması gereken, her durumda, Türkiye ekonomisinin rekabet gücünü artırmaya odaklanmaktır. Korunması gereken, ekonomimizin rekabet gücüdür. Türkiye ekonomisinin dış dünyada rekabet gücünü, geçici değil, kalıcı bir biçimde artıracak her tedbir faydalıdır. Türkiye’nin yapısal reform gündemi buradadır. Türkiye artık, geldiğimiz noktada, emeği değil, demokrasiyi, adaleti, eğitimi, sağlığı, lojistiği ucuzlatarak rekabet gücünü artırabilir. Peki, kuru ucuzlatmak, bir nevi, rekabetçi kur politikası uygulamak, Türkiye’de eğitimi, adaleti, sağlığı, lojistiği ucuzlatır mı? Hayır.

Ben bu açıdan baktığımda, 24 Ocak sürecinde, Özal reformları ile öğrendiklerimizin, bugün hala geçerli olduğu kanaatindeyim doğrusu.

Kamunun fiyat oluşum sürecine şeffaf olmayan müdahaleleri yanlıştır

Peki, bu son dönemde, 24 Ocak’ın kazanımlarından uzaklaşıyor muyuz? Evet. Ben bunun özellikle kamunun fiyat oluşum sürecine, kaynak dağılım sürecine doğrudan müdahalelerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Vergi tahsilatı yapma yetkisinin bir tek kamu bankalarına verilerek, bankacılık sektöründe rekabet kısıtı yaratılmasından, Hazine’nin önceden açıklanmayan döviz müdahalelerine kadar ortada bir dizi örnek var. Yakın geçmişin “soğan tanzim satışı” gibi manasız uygulamalarını saymıyorum bile. Bu tür müdahaleler, sonuçta, memleketin risk primini yüksekte tutuyor ve esasen, attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor ama yine de oluyor işte. İsteyen G20 ülkelerinin CDS risk primlerini özetleyen tablonun güncellenmiş haline bir kez daha bakabilir.

Ne olduğuna ilişkin en güzel örneklerden birini de Hazine’nin iç borçlanma süreci veriyor bana sorarsanız. İkinci grafik, 2018’de merkez bankalarının bilanço küçültme operasyonuna hazırlıksız yakalandığımız için başımıza gelen kur krizinde, iç borçlanma maliyeti artarken, iç borçlanma vadesinin nasıl kısaldığını gösteriyor. Aynı kitapta yazdığı gibi olmuş. Nedir? Türkiye’nin artan riski, içeride Hazine’ye borç verenlerin, 2018’de Hazine’yi ancak kısalan vade ve artan faizle finanse etmeye devam ettiklerini pek güzel gösteriyor grafik.

Burada iç borçlanma maliyetinin artışı aslında sınırlı kaldı. Neden? Hazine son dönemde iç borçlanmasını da dolar cinsinden yaptığı için elbette. Türkler, yalnızca banka mevduatını değil, Hazine bonosunu da Türk Lirası değil, Amerikan doları cinsinden tercih etmeye başladılar. İyi mi? Kötü. Sonuçta, Hazine’nin toplam iç borcunda yabancı para iç borçlanmanın payı 2007’deki seviyeye geri döndü. Neden? Borçlanma maliyeti “şimdilik” azalsın diye elbette.

Şimdi buradan nereye gidilir? Doğrusu ben bundan sonra “şimdilik” atılan adımlarla vaziyeti idare etmemek gerektiğini düşünüyorum. “Şimdilik” attığımız adımlarla, ekonominin fay hatlarında fazladan enerji biriktiriyormuşuz gibi geliyor bana doğrusu. Hoşlanmıyorum.

Bu köşe yazısı 27.01.2020 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.

--

--

güven sak
güven sak

Written by güven sak

Notes from Turkey and its vicinity: It’s the economy, stupid

No responses yet