Geçenlerde yabancı bir dostum bana “Türkiye ekonomisi için söylediklerinin hepsine katılıyorum. Ama doğrusu ya, 2019 performansının daha kötü olmasını beklerdim.” dedi. Öyle ya, Türkiye hala borçlarını çevirmeye devam ediyordu. Piyasaların bildiği, kendisinin bilmediği bir şey olduğu konusunda sanki biraz dertliydi. İçinde bir tür kuşku vardı, vaziyete bakarken, sanki bir şeyi atlıyormuş olduğu kuşkusu. Doğrusu benim aklımda öyle bir kuşku yok. Ben nerede olduğumuza ve hangi hatalarla buraya nasıl geldiğimize değil, şimdi buradan nereye gidilir konusuna eğilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bugüne kadar şansınızın yaver gitmiş olması, bundan sonrası için bir garanti teşkil etmez gibi geliyor bana doğrusu.
Ülkelerin yüzde 90’ında büyüme beklentisi aşağıya çekildi
Peki, hadiseye nasıl bakmak gerekir? Öncelikle 2019 yılında, IMF, ülkelerin yüzde 90’ında büyümede yavaşlama bekliyor. Yeniden aşağıya doğru revize edilen rakamlar geçen hafta açıklandı. Türkiye için büyüme oranı binde 3 civarında. Geçenlerde açıklanan Yeni Ekonomi Programı (YEP)’nda 2019 yılı büyüme beklentisi binde 5 civarındaydı. Bu ne demek? Küresel olarak bakıldığında, bundan iki yıl önce, ülkelerin yüzde 75’i başlangıçta beklenenden daha iyi performans sergilerken, bu yıl yüzde 90’ı başlangıçta beklenenden daha kötü performans sergiliyormuş IMF’nin yeni icra direktörü Kristalina Georgieva’ya göre. (https://www.imf.org/en/News/Articles/2019/10/03/sp100819-AMs2019-Curtain-Raiser)
İşte böyle bir dünyada, Türkiye’nin, büyüme bindelik bile olsa, başlangıçta beklenenden daha iyi performans sergilemesi bir algı yanılmasına neden oluyor elbette. Dünya başlangıçta beklenenden daha kötü olunca, Türkiye’nin getiri oranları finansal piyasalar açısından daha bir risk almaya değer oluyor bir nevi. Ancak bu durum Türkiye’de işlerin iyi olduğu manasına gelmez. Vaziyet kötü. Vaziyetin kötü olduğunu çarşıya çıkan, iş yapan herkes biliyor. Gazetelerde yazmasına filan gerek yok, hayatımızın içinde kriz. Ancak sonuçta, Türkiye borçlarını çevirmeye devam etti. Ani duruş olmadı. İşler daha kötüye gitmedi. İşler iyiye de gitmedi ama daha kötüye gitmemesi olumlu elbette.
Türkiye’nin borç servis oranı hızla yükseldiği için borçlarımızı çevirebildik
Peki, siz hiç Türkiye’nin borç servis oranına baktınız mı? Malum mesele borçların çevrilmesi olduğuna göre, borç servis oranının seyrine bakmak gerekiyor. Borç servis oranı, ülkenin anapara ve faiz ödemelerinin geri ödeme kapasitesine, ülkenin ihracatına, oranını gösteriyor. Aşağıdaki grafikte, merkez bankalarının bankası BIS rakamlarına göre, Türkiye dahil bir kaç ülkenin borç servisi oranını görmek mümkün. Oran, finansal olmayan özel sektörün borçlarına bakarak hesaplanmış. Ne görünüyor?
Birincisi, Türkiye’nin borç servis oranı 2018 yılında neredeyse yüzde 100 artarak, grafikteki altı ülke arasında birinciliğe yükselmiş. İkincisi, halen Güney Kore, Brezilya, Hindistan, Almanya ve Tayland arasında en yüksek borç servis oranı Türkiye’de. Ne demek? Anapara ve faiz ödemelerinin ihracat geliri içindeki payı yüzde 15’lerden, önce yüzde 30’lara sıçramış, sonra yüzde 20’lere inmiş. Ama sonuçta nedir? Türkiye, borçlarını çeviriyor ama bunu daha yüksek bir maliyete katlanarak yapıyor. Bedavaya değil, yani. Maliyet artıyor, vade kısalıyor. Yalnız özel sektör borçlarında değil, aynı eğilimi, kamu borçlarında da görmek mümkün. Devlet iç borçlanma senedi stoku içinde yabancı para cinsinden borçların payı da aynı dönemde külliyetli miktarda artıyor. Bir kriz döneminde olması gereken her ne ise halen o aynen oluyor. Ortada kuşkulanacak, hayret edilecek, kutlanacak bir hal yok.
Ülke, “Bugün bir maraza çıkmadan geçsin de yarına Allah kerim” mantığı ile yarına sürekli maliyet biriktiriyor bana sorarsanız. Neden böyle yapıyor? Bilmem. Onu siyaset bilimciler düşünsün. Sizi bilmem ama, ben, neredeyse son bir yıldır olup bitenlere, politika tepkilerimize bakınca sürekli 1990'lı yılları hatırlıyorum. Bir ara bu deja vus hissinin nereden çıktığını izah etmeye çalışacağım.
Daha banka bilançolarını kapsamlı ve düzenli bir biçimde temizlemeye yönelmediğimiz de dikkate alınırsa, olası bir istikrar programının maliyeti gün be gün yükseliyor. Vaziyet böyle böyle sürdürülebilir mi? Hayır. Millet harcamaya, şirketler kesimi, YEP’te açıklıkla beklendiği gibi 2020’de iştah içinde yatırım yapmaya filan yönelebilir mi bu halde? Hayır. Böyle bir ortamda, bütçenin kendiliğinden yeniden dengelenmesi söz konusu olabilir mi? Hayır. Her cari işlem fazlası, bütçe dengesini bozmuştur Türkiye’de. Yine öyle olur.
Türkiye anlaşmasız Brexit’ten olumsuz etkilenecek bir kaç ülkeden biri
Şimdi 2019 yılının devamında Türkiye’nin ihracat performansının da elimizde olmayan nedenlerle olumsuz etkilenmesini beklemek gerekiyor. Halbuki hem büyüme performansımızı hem de borç servis oranını olumlu yönde etkileyen bir göstergeydi ülkenin ihracat performansı. Nedir? Alman ekonomisindeki yavaşlamanın etkisi zaten başlamıştı şimdi bir de buna anlaşmasız Brexit’in Ekim ayı sonunda devreye girmesinin olumsuz etkilerini eklemek gerekiyor. 31 Ekimde tam olarak ne olacağı bu çerçevede Türkiye için son derece önemli. Brexit ile ilgili olarak TEPAV’da yapılan hesaplamalar, Türkiye’nin İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasından olumsuz etkilenecek bir kaç ülkeden biri olduğunu gösteriyor. İngiltere’ye, Brexit için bir süre dahi verilse, sisteme bir belirsizlik unsuru daha eklenmiş olacak.
Etkiyi iki biçimde hissedeceğiz Türkiye’nin ihracat performansında. Öncelikle doğrudan bir etki var: İngiltere’nin anlaşmasız bir biçimde AB’den ayrılması ile birlikte Türkiye bundan böyle daha yüksek gümrük tarifeleri ile İngiltere’ye mal satmak zorunda kalacak. Tarifeler açıklandı, bakmak ve analiz etmek mümkün. Azalan, sıfıra inen tarifeler var yeni mal grupları için, bir de artanları var, tabii. Eskiden Gümrük Birliği nedeniyle hiç gümrük yoktu. İkinci olarak ise ortada dolaylı bir negatif etki var. Türkiye artık Çin ve ABD ile doğrudan rekabet edecek İngiltere pazarı için. Beyaz eşya’da Çin’in tabi olacağı gümrük tarifesi ile bizimki aynı olacak, mesela. Örneğin, Beko’nun bundan böyle Çin malları ile eşit şartlarda rekabet etmesi gerekecek.
Şimdilik beklenen, İngiltere’ye mevcut ihracatımızın yüzde 83’ünün anlaşmasız Brexit’ten olumsuz etkilenmesi. Öyle anlaşılıyor ki, Brexit, Türk sanayiinin rekabet gücünü bir kez daha test etmemize imkan sağlayacak. Bu arada, Avrupa Birliği Gümrük Birliği düzenlemesinin ne anlama geldiğini ve Türkiye ekonomisini nasıl koruduğunu da daha iyi anlamamıza yardımcı olacak.
Artık manasız buraya nasıl geldik tartışmasını bırakıp, şimdi buradan nereye gidilir konusuna bir an önce odaklanmamız gerekiyor bana sorarsanız. Sonra da, atacağımız her adımı hesaplayıp önceden düşünmemiz gerekiyor. Özellikle memleketin artan güvenlik öncelikleri bundan böyle hiçbir yanlış adımı kaldırmayacağından acele etmekte fayda var yarını düşünerek.
Bu köşe yazısı 14.10.2019 tarihinde Dünya Gazetesi’nde yayımlandı.